EPİDEMİYOLOJİNİN TANIMI, AMACI VE BÖLÜMLERİ
EPİDEMİYOLOJİNİN TANIMI
Epidemiyoloji, popülasyonlarda hastalıkların sıklığını, dağılımını ve hastalık oluşumunu etkileyen faktörleri inceleyen ve bu hastalıklara yönelik hedefleri ve yöntemleri belirleyen bir bilim daldır. Önceleri epidemiyoloji sadece insan hastalıkları ile ilgili konuları ifade etmek için kullanılmaktaydı; havyan hastalıkları ile ilgili konular ise epizootiyoloji terimi ile ifadede edilirdi. Ancak infeksiyöz hastalıkların yaklaşık %80’ni insanlar ve hayvanlar için ortak olduğundan modern yaşamda hayvan ve insanların birbirleri üzerinde birçok etkileri bulunduğundan bugün epidemiyoloji ve veteriner epidemiyoloji terimleri hayvan hastalıkları için yaygın olarak kullanılmaktadır. Zaten epidemiyoloji teriminin içindeki “demo”, insan değil popülasyonu ifade etmektedir.
Birçok bilim dalı hastalıklarla ilgilenmesine karşın, bunların tümü hastalıkları bireysel düzeyde ele alır. İşte hastalıkları ele alış açısına göre epidemiyolojinin diğer bilim dallarından farkı, popülasyon düzeyinde incelemesidir. Epidemiyoloji veteriner hekimlere ve hayvan sağlığı ile ilgili kişilere, hayvan hastalıklarını popülasyon düzeyinde düşünmeyi öğretir. Diğer hekimlik alanlarında hastalıklara yalnızca insancıl yönden yaklaşılmaktadır. Epidemiyoloji ise bunu, popülasyonun genelinde olayı çözümleme sorumluluğu içinde görür.
EPİDEMİYOLOJİNİN AMACI
Epidemiyolojinin çalışma alanları veya amaçları üç ana bölüm altında incelenebilir.(1) Epidemiyoloji nedeni bilinmeyen hastalıkların kökeninin araştırılmasında bir teşhis amacı olarak kullanılabilir. (2) Popülasyondaki hastalıkların özelliklerinin belirlenmesinde kullanılabilir. (3) hastalık kontrol programlarının planlanması ve izlenmesinde kullanılabilir.
Teşhis aracı olarak epidemiyoloji
Nedeni bilinmeyen hayvan hastalıklarının teşhisi; klinik belirtilere, laboratuar testlerine ve epidemiyolojik verilere dayandırılır. Bu üç disiplin hastalıklara değişik açılardan yaklaşarak birbirlerini tamamlar. Tüm hastalıkların teşhisinde bunların mutlaka bir arada kullanılması gerekmez. Hastalıklar bireysel düzeyde ele alınıyorsa, klinik ve laboratuar teşhisi genellikle yeterli olur. Ancak hastalık popülasyon düzeyinde inceleniyorsa, yani “bu salgın neden oluştu”, “hasta hayvanların sayısı neden arttı”, “neden sadece bu hayvanlar hastalandı”, “hastalık ne zaman ve nerede oluştu”, “hastalığın oluşmasında hangi faktörler rol oynadı”, “hastalık nasıl önlenebilir veya nasıl kontrol edilebilir” gibi ve benzeri soruların cevapları aranıyorsa, epidemiyolojinin mutlaka devreye girmesi gerekir. Modern hekimlik anlayışında, bireysel hastalıkların incelenmesinde bile zaten benzeri soruların sorulması gerekir. Yani klinik ve laboratuar yönlerine dayanarak “bu hastalık x hastalığıdır” demek ve tedavi uygulamak yeterli değildir. Modern hekimlik anlayışında hastalığa neden olan ve etkileyen faktörlerin ve kaynakların tek tek irdelenmesi, dolayısıyla daha sonraki olaylar için ipuçları elde edilmesi temel yaklaşımdır.
Zaten hastalıklar hakkında şimdiye kadar soru sorulmamış olsaydı hastalıkların hala sıcak, soğuk, nem ve kuruluktan ileri geldiğine inanıyor olurduk. ( Eski Yunan’da hastalık nedeni olarak vücudun sıcaklık, soğukluk, nem ve kuruluk dengesinin bozulması gösterilirdi). Ayrıca epidemiyolojik araştırma yöntemleri, nedeni bilinmeyen hastalıkların nedenlerinin belirlenmesinde de anahtar rol oynarlar. Böyle hastalıklarda, epidemiyoloji muhtemel hastalık nedenleri ve hastalığı etkileyen faktörler arasında ilişkiyi kurar.
Teşhiste epidemiyoloji hastalıklara genişletici yaklaşım (holistik yaklaşım) ile, klinik ve laboratuar ise daraltıcı (redüksiyonistik yaklaşım) yönü ile eğilir. Diğer bir deyimle, epidemiyoloji ormandaki yapraklar ve ağaçlar kadar ormanın bütünüyle de ilgilenir.
Teşhis için epidemiyolojinin kullandığı yöntemler de klinik ve laboratuar yöntemlerinden farklıdır. Epidemiyolojinin çalışma alanı olayın gerçekleştiği, ilişkili olduğu ve görülme olasılığındaki sahada başlar. Burada gözlenerek toplanan veriler daha sora işlenir.
Hastalığın Özelliklerinin Belirlenmesi
Bir hastalığın epidemiyolojik özelikleri dendiği zaman, hastalığın popülasyon düzeyindeki özellikleri ve çevreyle ilişkilerine bağlı özellikleri anlaşılır. Hastalık tek bir etkenden meydana gelse bile, hastalığın çıkışını, yayılışını ve popülasyondaki davranışını etkileyen birçok faktör vardır. Bir hastalığın bir popülasyondaki sıklığı, yayılışı, boyutları, etkilediği hayvanların özellikleri, hastalığın çıkışını etkileyen konakçı ve etken faktörlerinin belirlenmesi epidemiyolojinin araştırma konusudur. Hastalıkların bu özelliklerinin bilinmesi, daha sonra ortaya çıkacak salgınlarda nasıl bir gelişme görüleceğini ve nasıl davranılacağını göstermesi bakımından önem taşır.
Hastalıkların çoğu, birçok etkenin ortak çalışması sonucu ortaya çıkar. Bu faktörler bulundukları çevrede birbirleriyle ve çevre koşulları ile ilişki halindedir. Hastalık etkenlerinin birbirleriyle ve çevre ilişkisine bağlı özelliklerine, hastalığın “doğal hikâyesi” denir. Hastalığın doğal hikâyesini belirlemek için yapılan epidemiyolojik araştırmada, hastalıklara neden olan faktörler ve bunların birbirleriyle olan ilişkileri doğal ortamlarında incelenir. Hastalık üzerine etkili çevre faktörleri saptanır ve bunların hastalığa etkisi araştırılır.
Hastalıkların epidemiyolojik özelliklerini belirlemek için, hastalığın doğal ortamında uygun veriler toplanarak, kaydedilir ve bunlar üzerinde kantitatif değerlendirme yapılır. Hastalığın belirlenen özellikleri, diğer çalışmalar ile karşılaştırılır. Hastalığın epidemiyolojik özellikleri sunulurken, genellikle bunların güvenilirlikleri, geçerlilikleri ve limitleri de ifade edilir.
Kontrol Programlarının Planlanması ve İzlenmesi
Bir hayvan popülasyonundaki hastalıkları kontrol altına almak veya ortadan kaldırmak için, hastalığın boyutlarını, oluşumu ile ilgili faktörlerin, mücadele etmek için gerekli yöntemleri ve bunun maliyetini ve olası sonuçlarını bilmek gerekir. Hastalıklarının tüm bu yönüyle epidemiyoloji ilgilenir.
Bu amaçla sahada hayvan popülasyonu ve hastalıkla ile ilgili bilgiler toplanır, değerlendirilir ve en uygun mücadele stratejisi seçilir. Mücadele süresince ve sonunda da aynı bilgiler toplanarak programın başarılı olup olmadığına kara verilir. Bu kontroller sırasında olaya yeni faktörler katılıp katılmadığı ve bunların mücadele programını etkileyip etkilemediği belirlenir.
Epidemiyolojinin hastalık mücadelesindeki rolünü gösteren en çarpıcı örnekler, henüz nedeni saptanamayan hastalıkların bile ortadan kaldırılabilmesidir. Böyle hastalıklarda, epidemiyolojik çalışmalarla toplanan verilerin değerlendirilmesi sonucu, hastalıklar kontrol altına alınabilir veya ortadan kaldırılabilir.
Hayvancılıkta hastalıkların en önemli yönü, ekonomiye verdiği zarardır. Bu nedenle hastalıktan ileri gelen kayıpların ekonomik analizlerinin yapılması gerekir. Gelişmekte olan ülkelerde, ancak böyle somut analizler politikacıların önüne konduğunda dikkat çekilebilir. Hastalık mücadele programlarının yürürlüğe sokulmasında diğer önemli bir nokta, maliyet-yarar hesabının yapılmasıdır. Yani, hastalığın neden olduğu ekonomik kayıt ile hastalık mücadele programının maliyetinin karşılaştırılması ve buna göre mücadeleye karar verilmesi gerekir. Tüm bu çalışmalar da epidemiyolojinin en önemli uğraş alanlarındandır.
EPİDEMİYOLOJİNİN BÖLÜMLERİ
Epidemiyoloji hastalıkları ele alma yönüne ve kullanılan yöntemlere göre dört ana bölüme ayrılabilir.
Tanımlayıcı Epidemiyoloji
Tanımlayıcı (deskriptif) epidemiyoloji; sahada hastalığın ve hastalık nedenlerinin gözlenmesi anlamına gelir. Epidemiyolojik bir araştırmanın genellikle ilk adımıdır. Tanımlayıcı epidemiyoloji, hastalığın; dağılımı, boyutları, görülme zamanı, etkilenen türler ve popülasyonlar, hastalık sıklığı, yeni vakarlın görülmesi, olası etken, konakçı ve çevre faktörleri ve bulaşma yolları gibi yönlerini kapsar. Yapılan gözlemler bazen tamamen sübjektif olabilir fakat diğer bilimsel disiplinlerle yapılan gözlemlerde genellikle sonuçta bir hipotez ortaya çıkar. Tanımlayıcı epidemiyoloji sahada rasgele yapılan gözlem anlamına gelmez; aksine, planlı, sistematik, çok yönlü ve iyi takip edilen gözlemleri kapsar. Bu gözlemlerden kalitatif ve kantitatif veriler elde edilir.
Deneysel Epidemiyoloji
Deneysel(eksperimental)epidemiyoloji:Seçilen veya oluşturulan gruplarda hastalığın gözlenmesi anlamına gelir. Deneysel epidemiyolojide genellikle bir hipotezin test edilmesi amaçlanmıştır.Bu tip epidemiyolojik yaklaşım,doğal hastalık vakalarının veya deneysel hastslık vakalarının gözlenmesinde kullanılabilir. Doğal hastalık vakalarının gözlenmesinde,devam etmekte olan hastalıkla ilgili hayvan populasyonlarından seçilen gruplarda gözlemler yapılır veya biten bir hastalıkla ilgili veriler gruplara ayrılarak incelenir.Bu gruplar mevcut hayvan populasyonunun yapısına ve populasyonu etkileyen faktörlere göre,araştırmacının belirlediği yönde seçilir.
Deneysel yolla oluşturulan hastalıklarda ise çeşitli değişkenleri kapsayan hayvan grupları oluşturulur ve gözlemler bu gruplarda yapılır.Deneysel epidemiyolojide populasyon içinde mutlaka kontrol grupları bulunur.
Analitik Epidemiyoloji
Tanımlayıcı ve deneysel epidemiyoloji gözlemlerinin kantitatif veriler haline çevrilip,matematiksel ve istatistiksel yöntemlerle değerlendirilmesini kapsayan epidemiyoloji dalı analitik epidemiyolojidir.Analitik epidemiyolojide genellikle hipotez edilen ilişkilerin istatistiksel önemi belirlenir
Teorik Epidemiyoloji
Teorik epidemiyoloji,doğal hastalık oluşumu ve bununla ilgili faktörlerin matematiksel olarak değerlendirilip hastalık modeli oluşturulmasını kapsar.
SAĞLIK VE HASTALIK
Canlı bir organizmanın yaşamı, çeşitli sistemlerin düzenli ve uyumlu çalışması sonucunda devam eder. Fizyolojik sınırlar içinde, organizmanın tüm sistemlerinin düzenli ve uyumlu durumda olmasına “sağlık” denir. Klinik açıdan sağlık kavramının kapsamı ise daha geniştir. Çünkü, organizmada ortaya çıkan bazı bozukluklar bireyin kendisi veya çevresindekiler tarafından fark edilmez(subklinik hastalık). Bu nedenle, klinik yönden sağlık kavramı: “organizmanın normal dışı belirtiler göztermemesi” şeklinde tanımlanır. “Hastalık” kavramı ise vücudun sağlık durumundan aytılması veya normal olmayan klinik belirtiler göstermesini ifade eder (klinik hastalık). Hastalık durumunun ortaya çıkması için en az bir etkenin organizmayı mutlaka etkilemesi gerekir.
HASTALIK ETKENLERİ
DIŞ ETKENLER
Fiziksel etkenler (çeşitli ışınlar, ısı, elektrik vb.)
Kimyasal etkenler (kimyasal maddeler, gazlar, zehirler, beslenme vb.)
Mekanik etkenler (vurma, çarpma, tıkanma, boğulma, vb.)
Biyolojik etkenler
A.Arthropod
B.Helmint
C.Protozoon
D.Mantar ve Maya
E.Bakteri
F.Virüs
G.Prion
İÇ ETKENLER
Hormanal
Metabolik
Genetik
Hastalık etkenleri, yukarıdaki gibi maddeler halinde ayrı bölümlere ayrılabilirse de, aslında birbirleriyle iç içe geçmiş durumdadırlar. Hastalık durumu genellikle bu etkenlerin birden fazlasının bir arada çalışmasıyla ortaya çıkar. Örneğin: aynı sürüde, aynı güneş ışığına maruz kalan iki bireyden birinde 1. derece yanık oluşurken, diğerinde renk değişimi dışında bir reaksiyon gelişmeyebilir. Bu durum, derinin rengi ve pigmentasyonu, dolayısıyla da bireyin genetik yapısı ile ilgilidir. Veya: belirli bir bakteri ile aynı dozda infekte edilen iki koyundan birinde ölümcül bir hastalık oluştururken diğerinde klinik bir belirti dahi şekillenmeyebilir. Bu da, bireylerin doğal direnci, dolayısıyla doku uyuşum genlerinin özelliği ile ilgili bir durumdur.
Hastalık oluşumuna yol açan hormonal veya metabolik iç faktörlerden söz edilmesine karşın, aslında bunlarda genetik özelliğin bir yansımasıdır. Eğer hiçbir dış etken olmaksızın, vücudun hormaonal veya metabolik olaylarında bir bozukluk varsa, bunun kökeninde yatan asıl unsur genetik faktördür.
HASTALIK POSTULATLARI
Şüpheli bir hastalık etkeninin, gerçek hastalık olduğunun kanıtlanabilmesi için belirlenen kurallara “hastalık postulatları” denir. Bu kurallar ilk kez, mikroorganizma ve infeksiyon kavramlarının açıklanmaya başladığı 19. yy sonlarında Robert Koch tarafından ortaya atılmıştır. “Koch postulatları” olarak bilinen bu kurallar, daha çok infeksiyöz hastalıklara yöneliktir ve bir mikroorganizmanın, bir hastalığın etkeni olarak gösterilebilmesi için uyulması gereken kuralları açıklar.
KOCH POSTULATLARI
Bir mikroorganizma;
1 Bir hastalığın tüm vakalarında bulunursa;
2 Diğer hastalıklarda rastlantısal olarak veya apatojenik olarak bulunmuyorsa;
3 Bir hayvandan saf olarak izole edilir, aynı tür diğer hayvanlarda üretilir aynı hastalığı oluşturur ve tekrar izole edilirse o hastalığın nedenidir.
Bu kuralların tamamını yerine getiren bir mikroorganizmanın kesin hastalık etkeni olacağı açıktır. Ancak, bu etkenin o hastalığın tek etkeni olduğu veya bu kuralların sadece birine uymayan bir mikroorganizmanın hastalık etkeni olmadığı söylenemez. Çünkü, mikroorganizmaların hastalık oluşturabilmesi, konakçı ve çevre gibi diğer bazı koşulların etkisi altındadır. Gerçekten de, bugün hastalık etkeni olduğu kanıtlanmış fakat Koch postulatlarına uymayan birçok mikroorganizma vardır. Ayrıca, bu kurallar infeksiyöz olmayan hastalıkları kapsamamaktadır. Bu nedenle, Evans 1976’da modern epidemiyoloji mantığıyla, tüm hastalıkları populasyon düzeyinde ele alan yeni kurallar ortaya koymuştur.
EVANS POSTULATLARI
Şüpheli etkene maruz kalan bireylerdeki hastalık sıklığı, etkene maruz kalmamış bireylerdeki hastalık sıklığından sıklığından önemli ölçüde yüksek olmalıdır;
Diğer tüm risk faktörleri sabit kaldığında, hastalar, şüpheli etkene hasta olmayanlardan daha çok maruz kalmış olmalıdır;
Şüpheli etkene maruz kalanlarda görülen yeni hastalık vakalarının sıklığı, etkene maruz kalmayanlardaki yeni hastalık vakalarının sıklığından önemli ölçüde yüksek olmalıdır;
Şüpheli etkenle teması, inkubasyon periyodunu içine alan çan eğrisi şeklinde seyir takip etmelidir;
Şüpheli etkenle teması, biyolojik bir düzen içinde hafiften şiddetliye kadar değişen açılımda bir konakçı yanıtı izlemelidir.
Şüpheli etkenle temastan sonra, temastan önce var olamayan konakçı yanıtı(örn. antikor, kanser hücresi) saptanmalı; temastan önce varsa şiddeti artmalı: bu durum etkenle temas etmeyenlerde oluşmamalıdır.
Hastalık deneysel olarak etkene maruz bırakılan insan veya hayvanlarda, maruz bırakılmayanlara göre önemli ölçüde yüksek oranda görülmelidir; bu temas gönüllülerde gerçekleştirilebilir ve laboratuar koşullarında veya doğal ortamdaki kontrollü koşullarda izlenebilir;
Şüpheli etkenin ortadan kaldırılması veya değiştirilmesi hastalık oluşum sıklığı azaltmalıdır;
Konakçı yanıtının değiştirilmesi, normalde şüpheli etkenle temasta oluşan hastalığın seyrini değiştirmelidir;
Kurulan tüm bağlantılar ve ilişkiler istatiksel ve epidemiyolojik bakımdan geçerli ve mantıklı olmalıdır.
Evans postulatlarının önemli özellikleri, hastalık olayını populasyon düzeyinde ele alması ve hastalık-etken arasında kurulan ilişkide istatiksel önem şartını aramasıdır. Ancak, istatiksel açıdan önemli bulunması, bir etkenin mutlak bir hastalığın etkeni olduğunu göstermeyebilir. Evans postulatının son maddesinde bu durum göz önüne alınarak, kurulan ilişkinin mantıklı olması şartı getirilmiştir.
HASTALIK BELİRLEYİCİLERİ
Hastalıkların büyük bir çoğunluğunda, hastalığa neden olan faktörler birden fazladır. Hastalık mutlak bir etkenden kaynaklansa bile, seyrini ve geleceğini etkileyen faktörler vardır. Bir hastalığın oluşumunu ve populasyondaki sıklığını etkileyen her faktöre veya değişkene “belirleyici”(determinant) denir. Hastalık oluşumunu etkileyen belirleyicileri tanımlayan kavramlar vardır.
Primer belirleyiciler, hastalık oluşumu için gerekli olan ve varlıkları hastalık üzerinde çok önemli etkiler yapan faktörlerdir. Primer belirleyici olmadığında o hastalık olmaz. Örneğin: sığır vebası virusuna maruz kalmak, sığır vebası için primer bir belirleyicidir.
Sekonder belirleyiciler, hastalık oluşumu için mutlak gerekli olmayan, ancak varlıkları hazırlayıcı ve kuvvetlendirici etki gösteren faktörlerdir.
Örneğin: köpeklerde böbrek taşı oluşumunda üriner sistem infeksiyonu sekonder bir belirleyicidir. İnfeksiyon, taş oluşumunu hazırlayıcı bir rol oynar, ancak taş oluşumu için mutlak gerekli değildir.
Bazı determinantlar vücudun kendi yapısı ve özellikleri ile ilgilidir. Bunlara iç kaynaklı (intrinsik, endojen) determinantlar denir (örn; bazı hastalıklara genetik yatkınlık gibi) determinantlar denir.
Konakçı-etken-çevre belirleyicileri, hastalık oluşumunu etkileyen en önemli faktörlerdir. İnfeksiyoz ve paraziter hastalıkların tümünde mutlaka primer bir etken bulunur. Ancak, bu hastalıkların doğadaki seyirleri incelendiğinde, aynı mikroorganizmaya eşit koşullarda maruz kalmalarına karşın sürüdeki bazı hayvanların hastalandığı, bazılarının ise etkilenmediği görülebilir. Veya, bir hastalık coğrafi bir bölgedeki hayvanlarda çok sık saptanırken, komşu bir bölgede çok seyrek bulunabilir. Bu olayların kökenine inildiğinde, etkenin yanısıra konakçıya ve çevreye ait faktörlerinde hastalık oluşumunu etkiledikleri ortaya çıkar. Bu nedenle, hastalık determinantları genellikle: konakçı, etken ve çevre determinantları olarak sınıflandırılırlar. Bu belirleyiciler birbirleriyle ilişki içindedirler ve bunların ilişkisi “konakçı-etken-çevre üçgeni” olarakta bilinir. (Şekil 2)
KONAKÇI BELİRLEYİCİLERİ
Bir hastalığın oluşabilmesi için mutlaka duyarlı bir konakçının bulunması gerektiği açıktır. Konakçı ile ilgili bazı faktörler, hayvanı işte bu duyarlı konuma getiren determinanttır. Konakçı determinantlarının tümü aynı zamanda iç kaynaklı determinantlar kapsamına girer. Konakçı determinantlarının başlıcaları: tür, ırk, yaş, cinsiyet, genetik ve bağışıklıktır.
Tür
Bazı infeksiyon etkenleri sadece belirli bir hayvan türünde hastalık oluşturabilir. Örneğin, at vebası virusu sadece tek tırnaklılarda sığır vebası virusu sadece sığır grubu hayvanlarda hastalık oluşturabilir. Veya, campylobacter fetus subsp veneralis tarafından oluşturulan veneral kampilobakteriozis sadece sığırlarda görülen bir hastalıktır. Mutlak direnç temelde konakçının ve etkenin genetik yapısından kaynaklanan bir durumdur. Bazı durumlarda ise, tür düzeyinde mutlak direnci sağlayan faktör konakçının fizyolojik bir özelliği olabilir. Örneğin: anthrax (şarbon) hastalığı doğal koşullarda bir çok hayvan türünde görülmesine karşın tavuklarda bu hastalık oluşmaz. Ancak tavukların vücut ısıları 42°’den 37° ye düşürüldüğünde bu hayvanlarda infeksiyona duyarlı hale gelir.
İnfeksiyöz etkenlerin çoğunluğu, birden fazla hayvan türünde hastalık oluşturabilir. Ancak hastalığın şekli ve şiddeti türler arasında farklılık gösterebilir. Örneğin: campylobacter fetus subsp fetus koyunlarda enzootik abortuslara, sığırlarda ise sporadik abortuslara neden olur.
Irk
Direkt olarak ırka bağlı yapısal özellikler bazı hastalıklar ile ilişkilidirler. Örneğin; iri cüsseli köpek ırklarında eklem displazileri ve osteosarkom, küçük cüsselilere göre daha sık görülür.
Irk özelliği, bazı hastalıklarda, özellikle hastalığın sıklığında ve şiddetinde belirleyici bir rol oynar. Örneğin; Bos taurus ırkı sığırlar, kene ve kene kökenli hastalıklara, Bos indicus ırkı sığırlardan daha duyarlıdır. Cezayir koyunları, Brucella melitensis infeksiyonuna diğer koyun ırklarından daha dirençlidirler. Irk özelliği ile ilgili olan hastalık duyarlılığı genellikle endojen bir belirleyiciden kaynaklanır. Örneğin; Hereford sığırlarında göz kanserinin daha yüksek oranda görülmesinin endojen nedenlerinden birisi, göz kapaklarında koruyucu pigmentlerin bulunmayışıdır. Bazı hastalıklarda ise, ırkın belirleyici bir rolü olmasına karşın, bunun endojen nedeni saptanamamıştır. Örneğin; hindilerin sarkık kursak sendromu ırk ile ilişkilidir ancak endojen nedeni belli değildir.
Tür ve ırk düzeyindeki hastalık duyarlılığı özellikle hayvan nakillerinde ve ithalinde önemli sorunlar doğurabilir. Belirli bir hastalığa dirençli hayvanların bulunduğu bir bölgeye o hastalığa duyarlı yeni bir tür veya ırk sokulursa; veya dirençli bir tür veya ırk duyarlı hayvanların bulunduğu bir bölgeye sokulursa hastalık riski kaçınılmaz olur. Örneğin; Güney Afrika’da mavidil hastalığı ilk kez, bu ülkeye Merinos koyunları sokulduktan sonra görülmüştür. Daha sonra, bölgedeki yabani tırnaklıların etkeni taşıdıkları fakat hastalığa dirençli oldukları anlaşılmıştır. Yurdumuza ithal edilen yabancı sığır ve koyun ırklarında infeksiyöz hastalıkların daha sık görülmesi bu fenomen ile açıklanabilir.
Yaş
Yaş grupları arasında, hastalıklara duyarlılık bakımından farklılıklar vardır ve buna yol açan faktörler çeşitlidir. Genç hayvanlarda infeksiyöz hastalıklar genellikle yaşlara göre daha yüksek oranda görülür. Bunun nedeni, bağışıklık sisteminin gelişmişlik düzeyi ve daha önceki temaslarından dolayı yaşlı hayvanlarda bağışıklığın şekillenmiş olmasıdır(örn: köpeklerde distemper hastalığı, tavuklarda infeksiyöz bronşitis hastalığı). Buna karşın yaşlılarda kanser gibi hastalıkların görülme sıklığı gençlere göre daha yüksektir. Bu durum yaşlanmadan ileri gelen dejenerasyona bağlanmaktadır. Ayrıca çoğu riketsiya infeksiyonları, gençlerde yaşlılara göre daha hafif seyreder.
Bundan başka, belirli bir infeksiyöz etken farklı yaşlardaki hayvanlarda farklı hastalık tabloları oluşturabilir. Örneğin histophilus ovis genç koyunlarda septisemik özellikte bir hastalık oluştururken, erişkin koçlarda epididimitise neden olur. Pasteurella haemolytica, kuzularda genellikle pneumonik, erişkin koyunlarda septisemik infeksiyon ile seyreder.
Evcil hayvanların yaşam süreleri genellikle kısa olduğundan, yaş faktörünü değerlendirirken, hayvanın insana göre relatif yaşını göz önünde tutmakta yarar vardır. Bir yaşındaki bir köpeğin yaşı 15 yaşındaki insana, 10 yaşındaki köpeğin yaşı ise 56 yaşındaki bir insana eşdeğerdir. Ayrıca, bazı hayvan grupları, genetik ve çevresel faktörlerin etkisiyle diğer gruplara kıyasla fizyolojik açıdan daha hızlı yaşlanırlar.
Cinsiyet
Hastalıkların oluşumunda cinsiyetler arasında görülen farklılık, anatomik, hormonal, genetik ve hayvanın kullanım alanı gibi faktörlere bağlı olabilir.
Özellikle üreme sistemi ile ilgili hastalıklarda erkek ve dişi arasında anatomik yapıdan kaynaklanan bir farklılık olacağı açıktır. Örneğin; metritis ve mastitis sadece dişilerde, epididitimis sadece erkeklerde görülür.
Cinsiyet hormonları hatalıkları hazırlayıcı rol oynayabilir. Örneğin; dişi köpeklerde diabetes mellitus (genellikle östrustan sonra ortaya çıkar) görülme sıklığı erkeklerden daha yüksektir.
Hastalık sıklığını etkileyen genellikle ilgili cinsiyet farklılıkları, cinsiyetle ilişkili, cinsiyetle sınırlı ve cinsiyetle artan şeklinde ayrılabilir. Cinsiyetle ilişkili genetik hastalık: hastalıktan sorumlu DNA, X veya Y kromozomları üzerinde bulunduğunda sçz konusu olur. Örneğin; köpeklerin hemofili A ve B hastalıkları X kromozomu ile ilişkilidir ve erkeklerde görülür. Cinsiyetle sınırlı hastalık durumu, hastalıktan sorumlu DNA’nın seks kromozomları üzerinde bulunmadığı, ancak hastalığın sadece bir cinsiyette görüldüğü olayları kapsar. Örneğin; köpeklerde kriptorşdizm sadece erkeklerde rastlanan bir hastalıktır. Cinsiyetle artan hastalık durumunda ise, bir özelliğin bir cinsiyette daha arka planda kalması diğer cinsiyette bunun çeşitli ön plana çıkmasına neden olur. Örneğin; köpeklerin açık ductus arteriozusu çeşitli genlerin etkisindedir ve dişilerde erkeklere oranlar daha sık görülür.
Hayvanların cinsiyetlerine göre farklı işlerde kullanılması, bir hastalığın bir cinsiyette daha fazla görülmesine neden olabilir. Örneğin; kontral teheartworm hastalığı erkek köpeklerde, dişilere göre daha yüksek oranda bulunur. Bunun nedeni, erkek köpeklerin avda daha fazla kullanılması ve infeksiyonu taşıyan sivrisineklere daha fazla maruz kalmasıdır. Ayrıca, insanların hayvan cinsiyetlerine ekonomik yaklaşımı cinsiyetler arası risk farklılıklarına neden olabilir. Örneğin; yeni doğan erkek buzağıların ölüm oranı dişilere göre daha yüksektir. Bunun nedenlerinden birisi, dişi buzağıların bakımına daha fazla özen gösterilmesidir.
Epidemiyolojik açıdan cinsiyetler arası farkı incelerken populasyondaki cinsiyet dağılımını da göz önüne almak gerekir. Çoğu hayvan populasyonlarında erkek ve dişi dağılımı eşit değildir.
Genetik
Tür, ırk, yaşlanma ve cinsiyet gibi tüm konakçı belirleyicilerinin temelde bireyin genetik yapısından kaynaklanan faktörler olduğu düşünülebilir. Hatta, hayvana yaptırılan iş (bir dış belirleyici) bile, hayvanın genetik yapısından kaynaklanan fiziksel özelliklerine dayanan bir belirleyicidir. Ancak, hastalığın genetik belirleyicisi dendiğinde bizzat genler ve DNA ile ilişkili hastalıklar ele alınmaktadır.
Bir populasyondaki bireyler arasında, belirli bir hastalığa duyarlılık veya hastalık riski bakımından farklılıklar vardır. Bu özelliği sağlayan endojen faktörlerden birisi, hayvanın belirli genlerinin özelliği, dolayısıyla genetik yapısıdır. Antijenlere karşı immun yanıt oluşturma gücü doku uyuşum kompleksi (MHC) ndeki immun yanıt genleri tarafından belirlenir.
Farklı bireylerde, bu genlerin farklı olması oluşan immun yanıtın gücünü dolayısıyla hastalığa duyarlılığı etkiler. Örneğin; B21 MHC antijenleri taşıyan tavuklar marek hastalığına, B2 antijeni taşıyanlar lenfoid leukozise daha dirençlidir. B1 antijeni yönünden homozigot olanlar ise marek hastalığına ve bakteriyel infeksiyonlara daha duyarlıdırlar.
Ayrıca, çoğunluğu otoimmun karakterde olan bazı hastalıklarda, MHC tipi ile hastalık arasında bir ilişki vardır. Bu MHC tipini taşıyan bireylerin hastalığa yakalanma riski, o MHC tipini taşımayan bireylere göre daha yüksektir.
Örneğin; HLA-B27 antijenlerine sahip insanların “ankilozan spondolit” hastalığına yakalanma riskleri, bu antijeni taşımayan bireylere göre 90 kat daha fazladır.
Bundan başka doğum anında yavruda gentik kökenli morfolojik ve biyokimyasal eksiklikler görülebilir. Ancak bunların tümü herediter özellikte değildir. Birçok ekzojen faktör (x ışını, kimyasal maddeler, viruslar, mineral noksanlıkları) gebe hayvanı etkilediğinde fötusta kongenital noksanlıklara ve malformasyonlara neden olabilir. Buna neden olan etkenlere terotojen denir.
Bağışıklık
Bireylerde infeksiyöz hastalıkların oluşumunu etkileyen en önemli belirleyicilerden birisi de bağışıklıktır. Bağışıklıktaq vücudun diğer tüm özellikleri gibi genetik düzeyde belirlenir, dolayısıyla immun yanıt oluşturma gücü bireyler arasında farklılık gösterebilir. Tür ve ırkların belirli infeksiyonlara duyarlı olmaması, bağışıklıktan çok doğal direnç ile açıklanabilir. Bağışıklık kavramı içine doğal bağışıklık ve sonradan kazanılmış bağışıklık olayları girer. Doğal bağışıklıkta nötrofil ve makrofaj gibi hücresel bağışıklık, komplement, lizozim ve3 interferon gibi sıvısal bağışıklık elemanları spesifik olmayan bir mekanizma ile çalışırlar. Kazanılmış bağışıklıkta ise aktif veya pasif olarak kazanılan antikorlar, t ve b lenfositleri ve diğer efektör hücreler spesifik olarak görev alırlar.
Sürü bağışıklığı:
Populasyonların bağışıklık düzeylerinde de farklılıklar olabilir. Bir populasyonda ki dirence sürü bağışıklığı denir ve populasyonda ki dirençli hayvanların düzeyini ifade etmek için kullanılır. Doğal sürü bağışıklığında populasyon, etken ile daha önce karşılaşmamış veya etkene karşı aşılanmamış olmasına rağmen infeksiyona karşı dirençlidir. Bunun nedeni tam olarak açıklanamamıştır. Ancak seleksiyon ile ilgisi olduğu düşünülmektedir.
Kazanılmış sürü bağışıklığı, populasyonun etken ile ilk karşılaşmasından veya aşılanmasından sonra koruyucu antikorların gelişmesiyle oluşur. Sürü bağışıklığının etkili olabilmesi için populasyondaki tüm bireylerin koruyucu bağışıklık elemanları taşıması gerekmez. Eğer populasyonda ki dirençli hayvanların oranı yüksekse, infeksiyon etkeni sürüye girdiğinde tüm duyarlı hayvanların hastalanma riski çok azdır. Direkt temasla geçen infeksiyonların çoğunda, sürünün %70-80’inin dirençli olması genellikle mükemmel bir sürü bağışıklığı sağlar. Sürüye dışarından veya doğum yoluyla yeni duyarlı hayvanlar katıldığında sürü bağışıklığı azalır ve epidemiler patlak verir. Örneğin; koyun sürülerinde Campylobacter kökenli atıklar, veya köpeklerde distemper hastalığı 2-3 yılda bir epidemiler halinde ortaya çıkar. Bunun nedeni, sürü bağışıklığına sahip bir populasyona yeni yavruların katılması ve bağışık hayvan oranının düşmesidir.
Linkback: http://www.gencveteriner.com/index.php?PHPSESSID=1e701a017a8f9247fa41a198ffb0babe&topic=360.0