GençVeteriner | Veteriner Hekimlik ve Evcil Hayvan Portalı
Veteriner Hekim ve Evcil Hayvan Platformu

ZOONOZ HASTALIKLAR Hakkında Genel Bilgiler

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı eXcaLibuN

  • Administrator
  • Fanatik Üye
  • *
    • İleti: 4732
    • Teşekkür: 1600
    • Cinsiyet:Bay
  • Veteriner Hekimlerin Dünyası
  • Sınıf: Mezun
  • Üniversite: Yüzüncü Yıl
Bağımsız olarak yaşayan çeşitli büyütücü vasıtalar kullanılmadan, çıplak gözle görülemeyen tek hücreli ilkel canlılara mikroorganizma denir. Bu canlıların anatomi ve biyolojilerinin diğer bilimlerle olan ilgilerini, insanlar ve diğer canlılar için  önemini inceleyen bilim dalı MİKROBİYOLOJİ 'dir. Mikrobiyoloji  sözcüğü yunanca mikro (küçük), bio (yaşam) ve logos (bilim) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Mikrobiyoloji biliminde mikroorganizmaların şekilleri, yapıları, çoğalmaları, fizyolojik ve biyokimyasal aktiviteleri incelenir. Mikroorganizmaların doğada yayılışları, birbirleri ile ve diğer canlılar ile ilişkileri, zararlı ve yararlı etkileri ile mikroorganizmaların  identifikasyon ve klasifikasyonu mikrobiyoloji kapsamına girer. Mikrobiyolojide incelenen bütün mikroorganizmalar aşağıdaki ortak yeteneklere sahiptir:

            1.Üreme

            2.Besin maddelerini sindirme, asimile  ve metabolize etme

            3.Artık maddeleri atma

            4.Çevre değişikliklerine reaksiyon gösterme.

Bu özellikleri sadece virüsler de farklıdır. Virüsler yalnız canlı hücre içinde çoğalabilirler.

            Mikrobiyoloji  incelediği mikroorganizmalara göre de şu dallara ayrılır;

a     Bakterilerden söz eden dalına bakteriyoloji,

a     Mantarlardan söz eden kısmına mikoloji,

a     Virüslerden söz eden kısmına viroloji denir.

Mikroorganizmaların bulundukalrı ortam  ve metabolik aktiviteleri gözönüne alınarak  mikrobiyoloji çeşitli  alt dallara ayrılabilir:

Tıbbi Mikrobiyoloji:
            İnsanlarda hastalık etkeni olan mikroorganizmalar, bunların sebep oldukları hastalıkları ve bu hastalıkların kontrol altına alınma metotlarını inceler.

Gıda Mikrobiyolojisi:
Et, süt, balık, yumurta, meyve, sebze ve benzeri gıda maddelerinin  ve bunlardan yapılan mamullerin hazırlanması ,saklanması ve kullanılması safhalarında rol oynayan çeşitli mikroorganizmaları ve bunların fonksiyonlarını içine alır. Süt mikrobiyolojisi, et mikrobiyolojisi, su mikrobiyolojisi gibi tekrar alt dallara ayrılır.

Süt mikrobiyolojisi:
            Sütün memeden sağıldığı andan tüketiciye ulaşıncaya kadar geçen zaman  içinde çeşitli şekillerde mikroorganizmaların etkisi altındadır. Bu etkiler 3 alt başlıkta ifade edilebilir:

ª      Süt ve ürünleri patojen mikroorganizmaların veya  bakteriyel toksinlerin gelişmesi için son derece uygun bir ortamdır. Böylece süt ve ürünleri yoluyla çeşitli  hastalıklar kolayca yayılabilir.

ª      Süte bulaşabilen  pek çok mikroorganizma türü süt ve ürünlerinde bozulma  ve ekonomik kayıplara yol açar.

ª      Peynir, yoğurt ve tereyağ gibi süt ürünleri üretiminde arzu edilen lezzet, aroma ve fiziksel özelliklerin oluşmasında yararlı mikroorganizmaların (starter kültür) doğru kullanılması ürünlerin kalitesini verimini arttırır.   

Endüstriyel Mikrobiyoloji:
            Fermantasyon esasına dayandığından, Fermantasyon mikrobiyolojisi de denir. Mikrobiyel yolla kimyasal ürünlerin elde edilmesi besin maddeleri, içkiler, hayvan yemleri ve vitamin,antibiyotik gibi tıbbi maddelerin üretimi, muhafazası ve kalite kontrolü  endüstriyel mikrobiyolojinin kapsamına girer. Tekstil ürünleri, jet yakıtları, kağıt gibi  ürünlerin bozulmamasının sağlanması da diğer konularıdır. Mikroorganizmalar biyolojik sınıflandırma yanında gıda endüstrisinde ve sağlık üzerinde oynadıkları rollere göre de dörde ayrılarak incelenirler:

                 1.Patojenler: Bulunduğu ortamda enfeksiyon ve intoksikosyon etkeni olarak kabul edilen mikroorganizmaların oluşturduğu gruptur.

                 2.Bozulma yapan organizmalar: Gıdalar üzerinde çoğalarak renk ve yapıda bozulmalara, hoşa gitmeyen kokuların oluşumuna ve gıdanın besin değerinde kayıplara neden olurlar.

                 3.Yararlı organizmalar: Organik bileşiklerin parçalanmasında; yoğurt , peynir, ekmek, sucuk alkollü içkiler gibi fermente gıdaların üretiminde; antibiyotik, protein ve organik asitler gibi bileşiklerin elde edilmesinde kullanılırlar.

                 4.İndikatör organizmalar: Varlıkları ürünlerin yetersiz hijyenik koşullarda işlendiğini, insan , toprak, su veya gübre yoluyla bir bulaşma olduğunu göstermektedir. Gıdalarda patojen bakterilerin tek tek aranması rutin muayeneler bakımından pratik değildir. Gıdaların hijyenik  açıdan  güvenli olabilmesi için fekal kirlenmeye maruz kalıp kalmadığının belirlenmesi gereklidir. Bu amaçla normal olarak hastalık yapmayan, dışkıda çok sayıda bulunan  ve patojenlere oranla çok daha kolay tespit edilebilen indikatör mikroorganizmaların aranması gerekir. Böyle günlük analizlerde, patojen mikroorganizmaların aranmaları yerine İNDİKATÖR MİKROORGANİZMA’' ların aranması tercih edilir.

İndikatör mikroorganizma fekal bulaşıklığın bir göstergesi olarak kullanılmaktadır. Analizi yapılan gıdada bunların görülmesi  o gıdaya herhangi bir yolla dışkı bulaştığı, gıdanın hazırlanması sırasında hijyenik koşullara uyulmadığı, dolayısıyla bağırsak kökenli patojen mikroorganizmalarında bulunabileceğini gösterir.

Mikroorganizmaların  Bulaşma Kaynakları
Canlılarda (Bitki, hayvan ve insanlarda) normal olarak bulunan ve yaşamlarının  bir parçası olan mikroorganizmalara NORMAL FLORA denir. Bir gıdanın mikrobiyal florası ham maddenin elde edilmesinden, işleme, depolama ve pazarlama işlemleri sırasında kolayca şekillenir. Toprak, su, gıdaların işlenmesinde kullanılan Malzeme ve çalışanlar gıdalardaki mikroorganizmaların kaynaklarını oluştururlar.

Toprak Mikroflorası:

Toprak çoğu mikroorganizmanın doğal ortamını oluşturur. Yüzey tabakası derin katmanlara nazaran daha fazla mikroorganizma içerir. Çoğu mikroorganizmalar toprağın ilk 50 cm.lik yüzey kısmında bulunurlar. Toprakta yaşayan organizmaların tür ve sayı bakımından fazla olmaları  üreme yeteneklerine , ortamın asitlik derecesine ve rutubet oranına bağlıdır.  Toprak içerdiği nem oranı mikrobiyel aktiviteyi önemli derecede etkiler.

Hava Mikroflorası:
Hava mikroorganizmaların yaşayıp çoğalacağı bir ortam değildir. Atmosferin kendisine özgü bir florası yoktur. En alt tabakadaki hava, yerden ve tozlardan bakterileri almasına karşılık , yüksek tabadaki hava sterildir. Mikroorganizmaların havada bulunmaları belirli etkenlere bağlıdır. Hava akımı, rüzgar,mikroorganizma sayısını arttırırken,direkt güneş ışığı mikroorganizmaları öldürür. Genellikle büyük şehirlerin üzerindeki hava ,açık denizlerin üzerindeki havadan çok daha fazla mikroorganizma içerir. Serbest havaya çıkan patojen mikroorganizmalar dağılarak dilüe olur ve oksidasyon, kuruma ve güneş ışınlarının etkisi ile hastalık oluşturamayacak hale getirilirler. Ancak kapalı ortamlarda  havadaki gazlar, su buharı  mikroorganizmalar için elverişli ortam oluşturur. Çeşitli  nedenlerle mikrobiyolojik olarak kirlenen kapalı yerlerin havası kontrol edilmelidir. Özellikle küflerin bulaşmasında hava önemli bir kontaminasyon kaynağı olduğu unutulmamalıdır.

Su Mikroflorası :
            Suda bulunan mikroorganizmaları üç grupta toplayabiliriz. 

            a- Suda doğal olarak bulunan canlıların mikroorganizmaları :Spirillum, Vibrio, Pseudomanas, Achromobacter , Chromobacter türleri ile Micrococcus ve Sarcina'nın bazı türleri. Bu bakterilerin optimum üreme ısları 25°C veya daha azdır.

 b- Toprakta yaşayan mikroorganizmalar : Toprağın yıkanması sonucu suya karışırlar. Bunlar; Bacillus, Streptomyces ve Enterobacteriacea'nın saprofit üyeleridir. Bunlarında optimum üreme ısıları 25°C veya daha azdır. 

c- Normal olarak insan ve hayvanların barsaklarında bulunanlar :  Başlıcaları; Esherichia  coli , Streptococcus faecalis , Clostridium perfiringens  ve muhtemelen bağırsak patojenleridir. ( Salmonella ve Vibrio comma gibi )           

Su İle Bulaşabilen Mikroorganizmalar 
            Suların hijyenik açıdan kirlenmesine neden olan organizmalar, genellikle hastalıklı veya  portör olan  hayvan ve insanların dışkı ve idrarından kaynaklanmaktadır. Bulaşıcı etki ya bu atıklarla doğrudan temasla  yada atıkların karıştığı sulardan dolayı gerçekleşir. Bu tür sular içilmez ve kullanılmazlar

Bakteriyel Patojenler

            Tehlikeli su epidemilerine  sebep olabilen Salmonellalar, Vibriolar, Shigellalar Anthrax, Burcellose, Ruam, ve  diğer birçok patojen bakteriler ve viruslar portörlerin dışkıları ile sulara karışabilir. Su ile yayılan salgınlara su epidemileri denir. Başlıcaları kolera,tifo,dizanteri ve enfeksiyöz hepatitistir. 

             Salmonella: Genellikle mide krampları ve diyare ile birlikte akut gastroenteritidisi içerir. S.typhi'nin neden olduğu tifo en bilinen etkendir. S.typhi dışkı ve idrarla atılmaktadır. Suda yaşaması değişken olup düşük sıcaklık ve bol besin  koşulları uygun bir ortam oluşturur. 

            Shigella: Basilli dizanteri olarak da adlandırılmaktadır. Etken dışkı ile atılmaktadır. Çoğunlukla akut diyareye neden olur. Shigelliasis sudan kaynaklanan salgınlara neden olmasına  karşın tifodan daha az rastlanır.

            Vibrio cholerae : Diyare,kusma,hızlı su kaybı,kan basıncının azalması,düşük vücut sıcaklığı ile karakterizedir. Hastalık hasta kişilerin dışkıları ile  yayılır. Yüzeysel  sularda bu bakterinin yaşama süresi 1 saatten  13 güne kadar değişmektedir. Kolera salgınları genelde şebeke sularının kirlenmesiyle ortaya çıkar

Enteropatojenik E.Coli : Atık sularda bol miktarda bulunan bu bakterinin patojenik türü diyareye neden olmaktadır.

            Leptospira: Leptospirosis'e neden olan bu bakteri kan dolaşımına derideki sıyrıklardan veya mukozadan girmekte börek,karaciğer ve merkezi  sinir sistemini etkileyen akut enfeksiyonlara neden olmaktadır. Bu bakteri idrarla atılır. Suda yaşama süresi bir kaç günden 3 haftaya kadar değişir.

            Tularemia: Leptospira'da olduğu gibi etken kan dolaşımına deri sıyrıkları ve mukozalar yoluyla girmekte ; üşüme, ateş, lenf düğümlerinde şişme ve halsizlik gibi durumlarla ortaya çıkmaktadır. Hastalık; dışkı, idrar ve hasta hayvan  ölülerinin su kaynaklarını kirletmesi sonucu yayılmaktadır. Bu mikroorganizmaların suda yaşama süreleri düşük sıcaklıklarda uzamaktadır.     

Tüberküloz: Hastalık çoğunlukla solunum yoluyla bulaşmasına karşılık etkene idrar ve dışkıda da rastlanılmaktadır. Su ile tüberküloz yayılması pek yaygın değildir. Tüberküloz  basilinin suda yaşama süresi birkaç hafta olabilir.

Viral patojenler

            Enfektif hepatitis: Sarılık  olarak  bilinen bu hastalık genellikle  su ile yayılmakta  ve diğer  kirlilik etkenleri ile bir arada bulunmaktadır. 

            Polimyelitis :Çocuk felcinin kirli sularla  da yayıldığı bildirilmektedir. Temelde kişiden kişiye temasla bulaşmasına  karşın  kirli sularla da bulaşma bildirilmiştir.

Protozoal hastalıklar:

Bazı protozoa türleri normal olarak insan da dahil olmak üzere sıcak kanlı hayvanların barsaklarında yaşamaktadırlar. Bu protozoa türlerinin büyük bir kısmı insanlar için tamamen zararsız olup sağlıklı ve hasta insanların dışkılarında sürekli olarak bulunurlar. Ancak bazı protozoa'lar patojendir. 

            Entameoba histolika:  Amebiosis'e neden olan bu protozoon dışkı ile kistler halinde atıldığından suda uzun süre kalabilir. Protozoa barsak çeperinde delik aşar ve bazı durumlarda barsakta çatlamaya neden olur.

            Naegleria gruberi: Amibin patojen cinsi olan N.gruberi menenjite neden olmaktadır. Patojen vücuda burundan girmekte, daha sonra beyine,omurilik sıvısına ve kan dolaşımına ulaşmaktadır. Semptomlar su ile temas edildikten 4-7 gün sonra görülmeye başlar. Ölüm genellikle semtomlar görüldükten 4-5 gün sonra şekillenir. Hastalık kirli sularda yüzme ile geçer.

Parazitler 

Taenia  Saginatta : İnsanlar  bu parazitin yumurtasını taşıyan suları ağız yoluyla almak suretiyle hastalanırlar. 

            Ascaris Lumbricoides : Ascariasis denilen hastalığa  neden olan  bu parazit daha çok çocuklarda görülür. Dışkı ile atılan yumurtalar   toprak ve  suda  uzun süre canlı kalabilirler. Atık su tasfiye  tesislerinde çalışanların %2 'sinde , atık su ile sulama yapan çiftçilerin % 16'sında hastalık görülmektedir.

Shistosoma : Shistomiasis'e neden olup hastanın idrar veya dışkısı ile kirlenmiş sularda görülür.

            Enfeksiyonların bulaşmasında bir  çok etken rol oynamasına rağmen, büyük salgınların  çıkmasında ve yayılmasında doğal çevre ve özellikle  su büyük  önem taşır . Hijyenik koşullara  sahip suyun sağlanması sosyo - ekonomik ve sosyo- kültürel faktörler ile sıkı sıkıya bağlantılıdır. Alt yapı yokluğu yada  yetersizliği sonucunda patojen mikroorganizmaların sulara karışması ve bu suların içme suyu olarak kullanılması sonucunda da enfeksiyonlar ortaya çıkmaktadır.       

Bitki Mikroflorası
           Bitkilerde bulunabilen yüzey florası çok değişiklik göstermesine rağmen genellikle Pseudomonas, alkaligenes, flavobacterium, mikrokok ile koliform ve laktobasiller hakimdir. Basillus türleri , maya ve küflerde göze çarpar. Bitkilerde bulunan bakterilerin sayısı çevre faktörlerine bağlı olarak yüzeyin her cm²'sinde  10² - 10³ arasında değişiklik gösterir. İyi yıkanmış bir domatesin yüzeyinde 400-700 adet/cm² iken yıkanmamış domateste ise 4000-7000 adet/cm² arasında mikroorganizma bulunur.

Sebzeler toprağın altında ve yüzeyinde yetiştiğinden toprak mikroorganizmalarıyla fazlaca kirlenebilir. Ayrıca sulama  sularıyla da kolayca kontamine olabilirler. Besin içeriği açısından sebzeler  küf, maya ve bakterilerin gelişmesine uygun ortam  oluştururlar. Sebzelerdeki pH değerleri genellikle bakterilerin büyük çoğunluğunun gelişmesi için uygundur. Yüksek redüksyon potansiyeli nedeniyle sebzeler aerobik ve fakültatif anaerobik  bakteriler anaerobiklere kıyasla daha önemli yer tutarlar.

Meyvelerin yüzey florası ise çevrenin tozu ve insan ile ilgilidir. Meyveler toplanması ve satışa sunulması işlemleri sırasında çeşitli mikroorganizmalar ile kontamine olabilir. Sebzelerde olduğu gibi meyvelerde de küf, maya ve bakteriler gelişebilir. Ancak meyvelerdeki asitliğin genel olarak bakterilerin gelişebildiği pH değerinin altında olduğu göz önünde tutulursa meyvelerin bozulmasında küf ve mayaların daha öneli rol oynayacağı kolayca anlaşılır. Meyvelerde şeker miktarı arttıkça mikroorganzimaların üremeleri kolaylaşır. Bu nedenle  tatlı meyveler ekşilere göre daha  çabuk bozulur.

Gıda Zehirlenmeleri
Dünya üzerinde her bir saniyede 4 çocuk hayata gözlerini açmaktadır. Gelişmiş ülkelerde  bugün 1.2 milyar olan nüfusun 2025 yılında 1.4 milyara, gelişmekte olan ülkelerde ise 3.7 milyar olan  yılında 6.8 milyara ulaşacağı tahmin edilmektedir.1970 yılında dünya gıda gereksinimi 100 olarak kabul edilirse  2000 yılında 267 birime yükselecektir. Günümüzde insanoğlu  tarıma başladığı günden bugüne kadar geçen 10.000 yılda üretttiği toplam gıdayı önümüzdeki 35 yıl gibi çok kısa bir sürede üretmek zorundadır.Besin hijyencilerin önümüzdeki yıllarda önemli aktivitelerinden birisi de yıllık üretimi 750 Mt'u bulan gıdalarda sağlıkla ilgili kimyasal kalıntıları  saptamak, bunları elimine etmek veya yıkımlanmalarını   sağlamak  olacaktır. Gıdalarla bulaşan hastalıklar halk sağlığı yönünden büyük önem taşımaktadır. Bu hastalıkların büyük bir kısmı insan beslenmesinde önemli bir yeri olan hayvansal kökenli gıdalardan kaynaklanır.

Gıdaların büyük bir kısmı doğada genellikle steril olarak bulunurlar. Fakat bunlar üretim, nakliye, muhafaza ,pazarlama ve tüketime sunulma  aşamalarında  çeşitli mikroorganizmalarla bulaşır. Gıdaların mikroorganizmalarla bulaşması toprak ve su ile  insan ve hayvanların dışkılarından kaynaklanır. Bulaşma bu şekilde direkt olabileceği gibi , indirekt olarak  yer duvar, alet, ekipman ve havadan da olabilir.

            Doğada, normal olarak büyük canlılarla mikroorganizmalar birarada yaşamak durumundadırlar. Bu da mikroorganizmaların büyük canlıların üzerinde veya içinde yaşamasıyla olur. Bu ortak yaşama sırasında iki canlının birbirine karşı farklı davranışları ortaya çıkar. Ortak yaşama sırasındaki iki canlının birbirlerine karşılıklı faydaları dokunursa, yardımlaşarak yaşıyorlardır. Barsaklarımızdaki bazı bakterilerin bazı vitaminleri yapmaları gibi. Birbirlerine ne yarar nede zarar vermeden birlikte yaşamada küçük canlının yaşama şekline sığıntılık veya soprofitlik denir.(Escherichia coli) Mikroorganizma üzerinde yaşadığı canlıya mutlaka zarar veriyorsa parazitlik söz konusudur. Tüm hastalık yapıcı mikroorganizmaların yaşaması böyledir. Asalak mikroorganizmaların hastalık yapma durumlarına patojenlik denir. Bu mikroorganizmaların bir canlı vücuduna girerek hastalık yapmasına ise enfeksyon adı verilir. Enfeksyonun olması için mikroorganizmanın vücuda gireceği bir gireceği bir giriş yapısının olması gerekmektedir. Bu yapılar çoğu kez dış solunum yolları, sindirim yolu, üreme organları,göz, kulak, deri ve mukazadır. Bunların herhangi birinden giren mikroorganizmalar eğer girdiği yer çoğalmasına uygunsa orada çoğalarak enfeksiyon yaparlar. Uygun değilse kan dolaşımına geçerek, kan aracılığı ile çoğalması için uygun organa gider ve orada enfeksiyon yapar. Bir süre sonra başka canlılara geçip yaşamını sürdürmek için vücuttan çıkması gerekir. Vücuttan genellikle dışkı, gözyaşı, ter, öksürük, aksırık ve balgam gibi atık maddelerle çıkar. Bunlarla bulaşan yiyeceklerde başka canlılara geçer.

Gıda zehirlenmeleri, bazı mikroplar veya bunların toksinleri, zehirli hayvanlar, bitkiler veya kimyasal maddeleri ihtiva eden gıdaların yenilmesi nedeni ile meydana gelen hastalıklardır.

 Gıda zehirlenmeleri ve enfeksiyonları, gıdaların yenilmesinden sonra mide ve bağırsaklarda şiddetli ağrıların başlamasıyla ortaya çıkar. Yemeğin yenilmesiyle belirtilerin ortaya çıkması arasında geçen süreye hastalığın kuluçka devresi denir. Gerek kuluçka gerekse belirtilerin şiddetli kişisel farklılıklar gösterir. Genel olarak belirtiler bulantı, kusma, mide ve bağırsaklarda kramp ve  şiddetli ağrılarla, ishali kapsar. Bu hastalıkların sebeplerine göre aşağıdaki guruplara ayırmak olasıdır.

            1 - Fazla Yeme: Normal gıda maddeleri çok fazla alındıklarında bazı hazım ve metabolizma bozukluklarına sebep olabilirler.

          2- Gıda Yetersizliği : Vücudun normal ihtiyacı kadar gıda alamaması veya tek taraflı beslenme yani vücudun mutlak ihtiyacı olan bazı maddelerin veya hayvansal proteinlerin yeteri kadar alınmaması nedenleri bu hastalıkları yapar.

         3- Gıdaya karşı hassasiyet: Normal besinlerden olan yumurta, balık, çilek, sarımsak, soğan, istakoz gibi maddeler bazı fertlerde ideosinkrozi veya alerji denilen bazı metabolizma bozukluklarına neden olabilirler.

         4- Gıda Bakteriyel Enfeksiyonları: Gıda maddeleri gıdanın orjininden veya gıdaya sonradan karışan bazı patojen insanlara naklederek, Antraks (şarbon), buruselloz, tüberküloz, solmanelloz, streptokok ve kaliform enfeksiyonları, leptesipnoz, pastörelloz, şap, kuduz, kolera gibi hastalıkların yayılmasında önemli bir rol oynarlar.

         5- Gıda Paraziter İnvazyonları: Gıda maddeleri tenya, askorit(Bağırsak solucanı), Triçin, oksiyür gibi paarazitlerin insanlara geçmesine sebep olabilirler.

         6- Gıda Zehirlenmeleri: Mikroplar veya bunların toksinleri, zehirli hayvan veya bitkiler, bazı kimyasal maddeler ihtiva eden gıdaların yenilmeleri ile husule gelen hastalıklardır.

            Gıda zehirlenmesinde belirtilerin süresi ve siddet derecesi arasındaki farklılıklar aşağıda belirtilen nedenlere dayanmaktadır:

o            Hastalığa yol açan mikroorganizmaların tipi

o            Kişlilerin duyarlılık derecesi (çok genç, çok yaşlı, hasta ve güçsüz kişiler daha duyarlıdır)

o            Tüketilen besindeki bakteri sayısı ile toksin yoğunluğu (Bakteri sayısı arttıkça bakterinin enfeksiyon gücü veya toksin miktarı da artar, dolayısıyla hastalık da daha şiddetli olur.)

            Gıda zehirlenmeleri, orjin ve sebeplerine göre aşağıda açıklandığı gibi gruplar halinde incelenir.

1- Bakteriyel Gıda Zehirlenmeleri

            a - Toksi - Enfeksiyon tipi zehirlenme

            b - Toksin tipi zehirlenme.

2 - Hayvansal ve bitkisel gıdalardan zehirlenme.

3- Kimyasal maddelerle zehirlenmeler.

BAKTERİYEL GIDA ZEHİRLENMELERİ

Hakiki gıda zehirlenmeleri denen bu hastalıklar gıdaların içerisinde çoğalan bakteriler ve bunların mahsullerinin gıda ile alınması sebebiyle meydana gelir. Gıda orjininden bu bakterilerle  bulaşık olarak elde edilebildiği gibi sonradan gıdaya bulaşmış olabilirler. Baktariyel  gıda zehirlenmesi, besinlerle bulaşmış, bazı bakteriler tarafından tüketilen toksit bir madenin sindirim sistemine girmesi ile olur. Bunun sonucu olarak kişide bazı sindirim ve sinir sistemi rahatsızlıkları görülür. Rahatsızlıklar çoğu zaman geçici olduğu gibi bazen de ölümle de sonuçlana bilir. Bakterilerin salgıladıkları toksinlerin yolaçtıkları besin zehirlenmeleri iki gruba ayırabiliriz. Bunlardan bizi Staphylococcus aureus bakterisinin salgıladığı enterotoksinin neden olduğu stafilokok  zehirlenmesi diğeri ise klostridyum türlerinin salgıladığı ekzotoksinlerden meydana gelen zehirlenmelerdir. Bakteri toksinini besin içinde salgılar ve bu besinin alınmasıyla vücutta zehirlenme olur. Bakteri vücuda girdikten sonra toksin çıkarıp zehirlenme yapmaz.Bakteriyel gıda zehirlenmesinin %90-%95'i stofilakok ve salmonella'lardan , bir kısmıda clostridium welchii ve botulinum'dan ileri gelir. Seyrek olarak da uygun şartlar bulup besin maddesinde bol miktarda ürerlerse streptokoklar, potojenik koliformlar, pretouslar,şigellalar, viruolar v.s de besin zehirlenmesi yaparlar.

En genel adıyla gıda zehirlenmeleri olarak bilinen ve gıdaların tüketilmelerinden kısa bir süre sonra mide ve barsak sisteminde farklı şiddette izlenen rahatsızlıklara mikrobiyel enfeksiyon ve intosikasyonların yanı sıra pek çok başka faktör etkili olabilir. Aşırı yeme, alerji, toksik bitki ve hayvan dokuları, kimyasal zehirlenmeler, hayvan parazitleri de mikrobiyel enfeksiyon ve intoksikasyonun neden olduğu rahatsızlıklara benzer belirtiler verebilir. Halk arasında genel olarak gıda zehirlenmeleri olarak adlandırılan tüm bu rahatsızlıkların belirtileri çoğu zaman birbirine çok yakın ve benzer olup birbiriyle karıştırılabilir. Gıdaların aracı olduğu bakteriyel kökenli hastalıkları iki temel grupta incelemek mümkündür.

 - Gıda kaynaklı enfeksiyonlar:

Hastalık etmeni olan patojen mikroorganizmalar gıdalar üzerinde çoğalmış olarak vücuda alınırlar. Bunlar barsak sisteminde tutunarak yayılır ve yangıya neden olurlar. Bazıları da vücuda alındıktan sonra barsak sisteminde oluşturdukları toksinler ile hastalığa sebep olurlar. Gıdaların sadece pasif bir taşıyıcı olarak rol aldıkları ve patojenlerin çoğalmasına imkan tanımaksızın onları naklettikleri durumlar da söz konusudur. Böyle patojenler ve bunların neden oldukları enfeksiyonlar, örneğin; Mycobacter tuberculosis ve tüberküloz hastalığı gıda kaynaklı enfeksiyonların kapsamı dışında kalmaktadır. Burada unutulmaması gereken nokta bu tür patojenlerin gıdalar üzerinde genellikle gelişememeleridir.

-Gıda kaynaklı mikrobiyel intoksikasyonlar:

Mikroorganizmaların gıdalar üzerinde oluşturdukları toksinlerin vücuda alınması sonucu görülen toksik etkilerdir. Mikroorganizmalar içerisinde bakterilerin neden olduğu intoksikasyonlar ile, fungus toksinlerinin meydana getirdiği mikotoksikosis olaylarını ayrı olarak incelemek gerekir. Bakterilerin neden olduğu toksik zehirlenmelerde gıda üzerinde Clostridium botulinum ve Staphylococcus aureus tarafından üretilmiş olan toksinlerin vücuda alınması esas iken mikotoksikosis olaylarında fungus toksinleri olarak; aflatoksinler başta olmak üzere, Okratoksin A, patulin, rubrotoksin, izlanditoksin, zearalenon, T-2 toksin deoksinivalenol, stachybotrytoksin gibi daha birçok toksinin gıdalar ile vücuda alınması söz konusudur.

Gıda kaynaklı enfeksiyon ve intoksikasyonlar ABD ve Avrupa dahil tüm dünyada önemli bir problem olarak görülmekle birlikte daima solunum yolu enfeksiyonlarına oranla ikincil bir öneme sahiptir. Bununla beraber, bu rahatsızlıkların en alt düzeye indirilmesi için verilen uğraşlara karşın enfeksiyon ve intoksikasyonların azalmaması hatta son yıllarda artış kaydetmesi gıda kaynaklı bu patojen ve toksinlerin gıdalarda her geçen gün daha güvenilir yöntemlerle ve doğru olarak belirlenmesini zorunlu hale getirmektedir.

 Gıda Kaynaklı Hastalık ve Zehirlenme Semptomları

Gıdalar aracılığı ile insanlarda meydana gelen hastalık ve zehirlenme nedenleri çok çeşitlidir. Bunlar arasında doğrudan mikroorganizmalar ve toksinleri, mantar zehirlenmeleri, ağır metaller başta olmak üzere kimyasal zehirlenmeler, bitkilerin neden olduğu zehirlenmeler önem taşımaktadır. Birleşmiş Milletler Dünya Sağlık Örgütü (WHO) 'nün tahminlerine göre rapor edilen gıda kaynaklı hastalık ve zehirlenmeler gerçek verilerin gelişmekte olan ülkelerde %1 'i, gelişmiş ülkelerde ise %10 'u kadardır ve bu raporların büyük çoğunluğu toplu zehirlenmeler ile elde edilmektedir.

Hastalık ve zehirlenmelerin ortaya çıkışında vücuda giren mikroorganizma veya toksin miktarı birinci derecede önemli olmakla beraber, kişinin genel direnci ve beraber alınan diğer gıdalar da hastalanma veya zehirlenmelerde etkili olmaktadır.

Risk grubu yüksek olarak tanımlanan hamileler, bebekler, yaşlılar ve özellikle immunolojik açıdan hasta olan kişilerde doğal olarak bu tip hastalanmalar ve zehirlenmeler çok daha fazla görülmekte, bunun dışında genel olarak kabul edildiği şekli ile basit bir nezle dahi bu tip hastalıkların etkisinin artmasına neden olmaktadır. Bununla beraber, çok istisna olmak üzere bir hastalığın başka bir hastalığın etkisini ortadan kaldırması da söz konusudur. Buna verilebilecek en tipik örnek, bir enfeksiyon sonucunda ishal olmuş kişinin vücuduna ilave olarak bir toksin girer ise ishalin etkisi ile toksinin bağırsakta emilmeden dışarı atılmasıdır.

Hastalık etmenini taşıyan gıda ile birlikte alınan diğer gıdaların etkisine en tipik örnekler ise özellikle et ürünlerinin mide pH 'sını yükseltmesi ve etmenin kolaylıkla geçmesine izin verilmesi, mayonez gibi yağlı gıdalarda yağ globülleri arasına mikroorganizmanın gizlenmesi ve aynı şekilde midenin düşük pH 'sından etkilenmemesidir.


Linkback: http://www.gencveteriner.com/index.php?PHPSESSID=014eee380a1a8d1a4a02598c50a32d2d&topic=91.0
Beşeri hekimlik insan içinse Veteriner Hekimlik insanlık içindir.
Denilebilir ki insan hekimliği veteriner' in yanında okyanusa karşı iç deniz gibidir... 'İsmet İnönü - 1943'
Bilgi, paylaşıldıkça çoğalır.
Kör bir kurşun kalem dahi, keskin bir hafızadan daha iyidir.

https://vetrehberi.com


Çevrimdışı eXcaLibuN

  • Administrator
  • Fanatik Üye
  • *
    • İleti: 4732
    • Teşekkür: 1600
    • Cinsiyet:Bay
  • Veteriner Hekimlerin Dünyası
  • Sınıf: Mezun
  • Üniversite: Yüzüncü Yıl


Zoonoz hastalıklar "Doğal olarak omurgalı hayvanlardan insanlara, insanlardan da hayvanlara geçebilen hastalıkların tümü" olarak tanımlanabilir.

Dünyamızda insan ve hayvanları ilgilendiren 150'den fazla zoonoz hastalığın varolduğu bilinmektedir. Ülkemizde ise çoğu sığır, koyun ve kanatlılarda olmak üzere 40 civarında zoonoz hastalık mevcuttur. Yabani hayvanlar da bunların bulaşmasında rol oynarlar.

 Zoonoz hastalıklar, gerek sayılarının çokluğu ve gerekse yayılma alanlarının genişliği bakımından günümüzde insan sağlığını ciddi derecede tehdit etmektedirler. Örneğin; son yıllarda AB ülkelerinde görülen BSE (Deli Dana) hastalığının bu ülkelerin insanlarında yarattığı endişe, zoonoz hastalıklarla mücadelenin önemini açıkça ortaya koymaktadır. Ayrıca hayvanların ölümüne ve verim düşüklüğüne de yol açarak ülke ekonomisine de zarar vermektedirler. Dünya Gıda ve Tarım Örgütünün (FAO) bir yayınına göre, hayvan hastalıkları sebebiyle yılda 30 milyon tondan fazla süt kaybı olmaktadır. Bu miktar süt, 200 milyon çocuğun günde iki bardak süt içememesi demektir.

İnsanlarla hayvanların birlikte yaşaması ve hayvanların ürünlerinden yararlanılması insanoğlunun varlığı ile başlayan ve sonsuza kadar devam edecek olan bir durumdur. İnsanların önemli bir amacını da daima güvenilir ve yeterli gıdaya ulaşma isteği oluşturmuştur. Özellikle bitkisel gıdalara göre vücudun yararlanma ve değerlendirme düzeyinin daha fazla olduğu hayvansal gıdalar, bedenen ve zekâ yönünden daha gelişmiş bir toplum oluşturulmasının esaslarındandır.

Bugün için Dünya Sağlık Teşkilatı tarafından 200’ler civarında bir zoonoz hastalığın varlığından bahsedilmekle birlikte, değişik zamanlarda bu hastalıklara yenileri eklenerek bu sayı sürekli olarak artmakta ve dünya kamuoyu zoonoz karakterli önemli halk sağlığı problemleri ile karşı karşıya gelmektedir. Önümüzdeki yıllarda da zoonoz kökenli hastalıkların, son yıllarda olduğu gibi yeni hastalıklar eklenerek artacağı da ilgilileri tarafından ifade edilen bilgiler arasındadır.

Zoonoz hastalıklar, halk sağlığı açısından önemli olmakla birlikte, çok basit birtakım korunma önlemlerinin uygulanması sonucunda bu hastalıklardan bir çoğunun da önüne geçilebilmesi mümkündür. Örneğin, etlerin çiğ veya az pişmiş olarak yenmemesi ile yukarıda belirtilen bir çok hastalığın; sütlerin çiğ veya az pişirilmiş olarak içilmeyip, iyice karıştırılarak kaynatılması veya pastörize edilerek içilmesi veya klâsik usuller yerine, gelişmiş teknolojik yöntemlerle elde edilen et, süt veya bunlara ait ürünlerin tüketilmesi önemli bazı halk sağlığı probleminin ortaya çıkmasına engel olacaktır.

Bunların yanı sıra, ilgililerin denetim hizmetlerini yeterli ve sürekli olarak yerine getirmesi, halkın ise yeterli bilgi ve bilince sahip olması gerekmektedir. Halk, çiftlikten sofraya kadar her aşamasında veteriner hekim kontrolünden geçmemiş olan hayvansal gıdaları ve damgasız etleri kesin olarak tüketmemeli, kaynağı belli olmayan sütleri veya sadece ucuzluğu nedeniyle bazı hayvansal ürünleri almamalıdır. Güvenilir olmayan ve kaynağı belirsiz hayvansal ürünleri tüketmektense, sağlık problemi oluşturmayacak, kaynağı belli ve temin edilmesi hem kolay hem de daha ucuz olan diğer gıdaların tüketilmesi daha çok akılcı olmaktadır. 

Hastalık Nedir?
Hastalık, “vücudun ya da vücudun bir organının bir bölgesinin fonksiyonlarının bozulması ya da engellenmesi durumu” olarak tanımlanabilir.  Klinik hastalık, bir ya da birden fazla kişinin duyuları ile tespit edilebilen vücudun fonksiyon bozukluğu durumudur.

         Sub- klinik hastalık; sadece seçilmiş laboratuar testleri ile ya da diagnostik araçlar ile tespit edilebilen bir vücut fonksiyonu ve /veya anatomik anormallik halidir.

Sağlıklı olma durumu ile hastalıklı olma durumu arasında belirgin bir ayırım mevcut değildir ve epidemioloji sadece hastalığa neden olan faktörler ile değil, aynı zamanda sağlığa neden olan faktörler ile ilgili olmalıdır.

Veteriner hekimlikte prodüktivite genellikle sağlığın vekili bir ölçüt olarak kullanılmaktadır. Çiftlik hayvanı popülasyonlarında, bir hastalığın mevcut olup olmadığından çok hastalığın oluştuğu sıklık ile hastalığın prodüktiviteye olan etkileri daha önemlidir. Söz konusu hastalık belirli bir popülasyonda potansiyel prodüktiviteyi azaltabildiği halde, üretimi sınırlayan en önemli faktör olmayabilir de. Çoğu durumda, verimlilik üzerinde idare, bakım, besleme gibi diğer faktörlerin ayrı ayrı ya da bir arada daha büyük etkileri vardır.

Evcil hayvanlarda, klinik hastalıklar nedeniyle oluşan “gözle görünür” ekonomik kayıplar genellikle, sub- klinik hastalıklar nedeniyle oluşan “gözle görünmeyen kayıplardan ve örneğin idari eksiklikler nedeniyle oluşan gerçekleştirilmemiş potansiyel kayıplarından daha düşüktür.

Hastalığı belirleyici unsurlarının (nedenler) bir kısmının resmen tanımlanması gerekli olacaktır. Bu sağlıklı ve hastalıklı bireylerin özelliklerinin resmen karşılaştırılması ile ya da hastalığın nispeten daha yüksek sıklıkta görüldüğü grupların özellikleri ile hastalığın hiç görülmediği ya da düşük sıklıkta görüldüğü grupların özelliklerinin karşılaştırılması ile yapılabilir.

Hastalık sağlık ilişkisi
Tarihin ilk zamanlarından başlayarak uzun süre hekim, kendisine baş vuran hastaları iyi etmek veya hiç olmazsa acılarını hafifletmek için  uğraşan bir meslek adamı olarak çalışmıştır. Hekim ile hastanın ilgisi yakın zamana kadar, hastalık zamanına ve hastalık süresi çerçevesinde kalmıştır. Bu ilginin dar kapsamda kalması yanlış bir eylem olmuş  ve hekimin yalnız hastanın değil bütün bir toplum  sağlığını ilgilendiren  halk sağlığı ile ilgilenmesini, özellikle halkın hastalıklardan korunması ile ilgili görev almasını  engellemiştir. Bugün hastalıkları tedavi etmenin çok defa yeterli olmadığı bilinmektedir.



 Şekil 1. Hastalığın doğal öyküsü

 Birincil önlem:    Hastalık oluşturmaya yetecek faktörlere ve özellikle faktörler bütününe maruz kalınmasını engellemeye yönelik faaliyetler (Örnekler: Karantina, aşılama).

İkincil Önlem:     Klinik hastalık oluşmadan evvel mümkün olan en kısa zamanda hastalık süreçlerinin tespit edilmesine yönelik olarak tasarlanmış faaliyetler (Örnekler: Tarama testleri, ineklerin post -partum muayenesi, metabolik görünüm, somatik hücre sayıları).

Üçüncül önlem:   Tedavi.

      Veteriner eğitimi geleneksel olarak, bir hastalığın patogenezinin anlaşılması, hastalığın teşhis edilmesi ve uygun tedavinin uygulanması (üçüncül önlem) üzerinde odaklanmaktadır.  Birincil ve ikincil önlemlere yönelik tekniklerin daha az üstünde durulmaktadır.

Hastalıkların büyük bir çoğunluğunda mutlak ve tam bir iyileşme olası değildir. Önce  hastalığın oluşmasında rolleri olan aile, toplum, iş ve çevre koşulları iyice araştırılarak bunları düzenlemek ve eğer başarılı olunamıyorsa tedavi yoluna gitmek gerekir.  Kişinin yada toplumun bedensel, ruhsal ve sosyal yönden  iyi oluşunu dolaysız yada dolaylı olarak önemli derecede etkileyen fiziksel, biyolojik ve kimyasal etmenlerin ne olduklarını ve nasıl kontrol edilebileceklerinin de  incelenmesi gerekmektedir.

İşte bütün bu cümlelerle ifadesini bulan eylemlerin toplamına sağlık koruma  denir. Fert ve toplum olarak  insan sağlığının korunması  ve geliştirilmesi, yüksek seviyede uzun süre devam etmesi için, sağlıkla ilgili bütün bilgilerin bir sentezi olan “sağlık koruma” geniş bir kapsama  sahiptir.

İnsanın bedenen, aklen, ruhen ve sosyal yönden iyi gelişmiş bir vücut yapısına sahip olabilmesi ve bunu sürdürebilmesi kısaca sağlıklı ve üretken olarak yaşayabilmesi,  beslenme, kalıtım, iklim ve çevre koşulları gibi etmenlere bağlıdır. Sağlık  yalnızca hastalık ya da zaafın yokluğu değil tam fiziksel zihinsel ve sosyal esenliktir.

Sağlıklı genetik olarak iyi niteliklerle doğmuş, fizik, fizyolojik, mental ve psikolojik olarak normal gelişmiş bütün fonksiyonları uyum  ve denge içinde devam eden iyi nitelikli bir yapıyı ifade eder.

 

Fert ve toplum olarak  insan sağlığının korunması  ve geliştirilmesi,  yüksek seviyede uzun süre devam etmesi için, sağlıkla ilgili bütün bilgilerin bir sentezi olan sağlık geniş bir kapsama  sahiptir. Sağlık başlıca üç öğeden oluşmaktadır. Bunlar; bedensel sağlık,  ruhsal sağlık ve sosyal sağlıktır.

Sağlık kavramının hastalık kavramına bağımlı olarak tanımlanması yanlıştır. Sağlık ve hastalık birbirinin simetriği olamaz, çünkü pek çok hastalık var iken bir tek sağlık bulunmaktadır. Bu nedenle insanların hastalıklarının nedenlerini bulmak ve hastalıklarını tedavi etmenin yanısıra ve belki de bundan daha önemli olan sağlıklı olmanın temellerini tanımlamak ve sağlığı geliştirici çabalar harcamaktır.  Özellikle son yüzyıldaki sağlık istatistikleri incelendiğinde örneğin bulaşıcı hastalık görülme sıklığı ve ölümlerinin bile tıptaki gelişmelerden oldukça bağımsız olarak azalmış olması yeni çıkan hastalıklardan çevreye ilişkin etkenler ile yaşama biçimlerinin sorumlu olması, sağlık-hastalık kavramlarının yeniden ele alınmasını zorunlu hale getirmiştir.Sağlık ve hastalık kavramlarının çok değişkenli sosyoekolojik konular olduğunun kanıtıdır. Bugün yaygın olarak kullanılan sağlık tanımı dünya sağlık örgütü kuruluş yasasında yer alan tanımdır. Buna göre ‘sağlık;

 ‘Sağlık, sadece hastalık ve sakatlık halinin olmayışı değil, bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik halidir’

 Bu tanımda ‘iyilik’ kavramını açıklama güçlüğünün yanısıra ‘tam’ ın nasıl ölçüleceği cevabı zor olan bir sorudur. Öte yandan sağlığın ‘hal’ olarak görülmesi kişinin görev sorumluluğunu azaltarak statik bir duruma indirgemektedir.

 Bunlara rağmen tanımda yer alan sosyal iyilik kavramı önemli bir gelişme olarak görülmelidir. Sağlık kavramını tanımlamaktan öte iyi anlayabilmekiçin sağlığı olumlu yönde destekleyen çeşitli etkenler (sağlık kaynakları) ile olumsuz yönde etkileyen koşullar ve etkenleri (sağlık riskleri) tanımak gerekir.

Çevre sağlığı-Halk sağlığı ilişkisi
İnsan  sağlığı çevre ile genetik örüntüsü arasındaki etkileşimin bir ürünüdür. Kişi daha döllenme anından başlayarak bir çok çevresel sorundan etkilenmektedir. Bu etkilenme doğumdan ölüme kadar çok değişik boyutlarda olmaktadır. Çevrenin boyutları sınırsızdır. İnsan üzerinde etkili olan, insana ulaşan tüm çevresel etmenleri kapsamaktadır. Bu nedenle çevre sağlığı olarak tanımlanan halk sağlığı alanı giderek daralırken, çevre hekimliği hemen hemen tüm ana klinik dalları kapsayacak boyutta gelişmektedir. Çevresel etkenler giderek halk sağlığında daha büyük önem kazanmaktadır. Bu ağırlık bir yandan yeni çevresel etkenlerin etkili olmaya başlamasına bir yandan da diğer halk sağlığı sorunlarının kontrol edilmeye başlamasına bağlıdır. İnsanın dışındaki her şey çevrenin öğesidir. Çevre kişi üzerindeki dış etkilerin bütünüdür. Çevreyi önce doğal ve yapay çevre olarak ikiye ayırabiliriz.

  Çevrede sağlığını doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen önemli etkenler bulunmaktadır. Aynı zamanda çevre, bir yaşamı sürdürme ve sağlama sistemidir. Bu sistemin en temel öğeleri su, yiyecek ve barınaktır. Sağlık açısından baktığımızda çevre üç ana grupta incelenir.

1.      Fizik çevre

2.      Biyolojik çevre

3.      Sosyokültürel çevre

 Hastalık nedenleri ise bedensel ve çevresel nedenler olmak üzere iki grupta incelenebilir.

Bedensel nedenler
Gen hormon ve metabolik kaynaklı nedenlerdir. Bazı bünyesel nedenler bazı hastalıklara daha büyük oranda yakalanmaya yol açabilmektedir. Bunlar insan iç ortamı ile ilişkili bir durumdur. İnsan dış çevrenin etkilerine genetik yapısı ile cevap vermektedir.

Çevresel nedenler
      Fiziksel nedenler : Sıcaklık, soğuk, ışın, travma, içme ve kullanma suyu, atıklar, konut sağlığı, iklim koşulları, hava ve su kirliliği, giyeceklerimiz, kamuya açık yerler, sağlığa az ya da çok zarar verebilme olasılığı olan kuruluşlar, mezarlıklar başlıca fiziksel çevre öğeleridir.

      Kimyasal nedenler : Zehirler, kanser oluşuna neden olan bazı etkenler buna örnek verilebilir.

      Temel madde eksiklikleri : Bazı maddeler vardır ki insanın sağlıklı olabilmesi ve hayatsal olayların yürütülebilmesi için dışarıdan alınmaları gerekir.İnsan ya da canlı bunu vücudundaki temel yapı taşlarından sentez edemez. Buna temel maddeler denmektedir. Vitaminler, esansiyel aminoasitler veya yağasitleri, mineraller gibi.

      Biyolojik etkenler: Mikroorganizmalar, asalaklar, mantarlar ve diğer etkenler biyolojik etkenleri oluşturur. Bunlar canlı vücudunda hastalık yapabilirler.

      Psikolojik etkenler: Çağdaş yaşamda sık duyulan stres vb durumlar.

      Sosyal, kültürel ve ekonomik etkenler

Bu durumda çevre :

1. Hastalıklar için zemin hazırlayabilir. Örneğin: iklim koşullarının solunum siste mi hastalıklarının artmasına yol açması, ortamda bulunan vektörlerin hastalıkların yayılımını kolaylaştırması gibi.

2. Çevre doğrudan hastalık nedeni olabilir.

3. Bazı hastalıkların gidişini ve sonucunu etkileyebilir.

Bütün çevre olumsuzlukları her üç etkiye de neden olabilir. Hava, su, toprak kirlenmesi doğrudan hastalık nedeni olabildiği gibi, bir kısım hastalıkların yayılımını kolaylaştırabilir ya da bir kısım hastalığın gidişini etkileyebilir. Fizik ve biyolojik çevre yakından ilişkilidir. Sözgelimi iklim canlıların yaşaması ve çoğalmasını etkiler. Jeolojik ve coğrafik özellikler toplumlar arasındaki bağlantıyı oluşturmaktadır ve hastalık etkenlerinin yayılımı açısından önemlidir. İnsanlar çevrede olumlu ya da olumsuz bir takım etkilere neden olabilir. İş yeri ve ortamı sağlıkla yakından ilişkilidir. Çevre üzerinde önemli etkileri olabilir. Sosyokültürel çevre de sağlıkla bağlantılıdır.

Çevre sağlığı bir çok meslek grubunun ekip hizmeti sunmasını gerektiren önemli bir sağlık sorunudur. Bir çok sektörün işbirliği olmadan çevre sağlığı sorunlarının çözümü mümkün olmaz. Toplumun ekonomik yapısı, ekonomik kalkınma çabaları ile bağlantılı olup, kentleşme süreci ile de yakından ilişkilidir. Bunun sonucunda başlangıçta alınacak koruyucu önlemler pahalı gibi görünürse de, sonradan bozulan çevrenin düzeltilmesiyle ilgili çabaların maliyeti ve olumsuz sonuçları göz önüne alındığında daha ucuz bir yöntemdir.

Çevre sağlığı, çevre fizyolojisi, uygulamalı fizyoloji gibi bilim dalları ile bağlantılıdır. Uygulamalı fizyoloji ve çevre fizyolojisi çevredeki olumsuz etkilerin insan ve canlı fizyolojisi üzerindeki etkilerini incelemektedir. Çevre sağlığı halk sağlığının da önemli bir koludur. Sağlık elemanları, Veteriner hekimler, sağlık ve çevre mühendisleri çevre sağlığı konusunda işbirliği yapmak zorundadır. Sağlık elemanları çevresel öğelerin sağlık üzerindeki etkilerini belirleyerek çevre mühendislerine yol gösterirler. Canlı ve çevresi sürekli etkileşim içerisindedir. Çevre sağlığı uygulamalarının konularını aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:

1.İçme ve kullanma suyu

2. Atıklar

3. Konut

4. Hava kirliliği

5. Radyasyon

6. Aydınlatma

7. Havalandırma

8. Gürültü

9. Vektör kontrolü

10. Besinlerin sağlığa uygun hazırlanarak tüketiciye iletilmesi

11. Mezarlıklar

12. Sağlığa az ya da çok zararlı olabilecek kuruluşlar

13. Çalışma koşulları

14. Kazalar ve önlenilmesi

15. Turist sağlığına yönelik uygulamalar

 Burada sayılan konuların her biri insan sağlığı ile yakından ilişkilidir. Sözgelimi sağlığa az ya da çok zararlı olabilecek kuruluşlar arasında sayabileceğimiz mezbaha örneğini ele alırsak, gerek çevreye gerekse içinde çalışanlara ve burada hazırlanan gıdalardan besin olarak yararlananlara değişik olumsuz etkileri olabilir. Çevre kirlenmesi ve çevre sağlığı yönünden çarpıcı bir örnek mezbahalar ve atıklarıdır. Mezbaha atıkları akarsu kirlenmesi açısından çok tehlikeli atıklardır. Eğer mezbaha atıkları arıtılmadan akarsulara verilecek olursa içerisindeki yağ ve organik maddeler canlılar açısından tehlikeli olabilir. Mezbaha atıklarının çevreye rasgele atılması ise sokak hayvanlarınca dağıtılmasına, insan ve hayvanlar arasında ortak bazı hastalıkların yayılmasına neden olabilir.

Mezbaha çalışanları da bu gibi hastalıklara yakalanma tehlikesinin yanı sıra, etlerin ve kesilmiş hayvan gövdelerinin taşınması ve hazırlanması sırasında meydana gelebilecek kazalardan da olumsuz etkilenebilirler. Mezbaha içerisinde askılı taşıma sistemleri olmadıkça iskelet sistemi ile ilgili olumsuz etkileri önlemek mümkün olmayacaktır. Mezbahanın fizik yapısı amaca uygun değilse daha değişik sağlık sorunlarına da yol açabilir.  Bu örnek çevre sağlığı ile ilgili konuların incelenmesinde bir çok etkenin göz önüne alınması gereğini göstermektedir. Biyolojik çevre sağlık açısından önemi dört öğe içerir:

1. Mikroorganizmalar

2. Vektörler

3. Bitki ve hayvanlar

4. Besinler

Mikroorganizmalar

Mikroorganizmalar ancak mikroskopla görülebilen canlılardır ve çevrede hemen her yerde yaygın olarak bulunmaktadır. Bazıları insan üzerinde hiçbir etki yapmaz. Bazıları insanlara zarar verirken bazıları yararlı olabilmektedir. Baklagillerin köklerindeki bakteriler havadaki nitrojeni bağlayarak proteinlerin sentezini kolaylaştırırlar. Yoğurt yapımı, fermantasyon gibi olaylar, bağırsaklarımızda bazı B grubu vitaminlerin yapımı yararlı mikroorganizmaların katkısıyla sağlanmaktadır. Ancak verem ve tifo basili, gibi insanlarda önemli hastalıklar meydana getiren, zararlı mikroorganizmalar da bulunmaktadır. Bunlar değişik araç ve yollarla insan vücuduna girer ve çeşitli hastalıkların meydana gelmesine yol açarlar.

Vektörler

Vektörler hastalık yapıcı mikroorganizmaları insanlara taşımakta olan eklembacaklılar ve kemiricilerdir. Bunlar arasında sıçan, fare gibi kemiricileri, sivrisinek, tahtakurusu, bit, pire, kene ve karasinekleri sayabiliriz. Vektörler sağlık açısından önemli bir grubu oluşturdukları için hayvanlardan ayrı olarak incelenmektedirler. Vektör ve kemiricilerle yayılan hastalıklar arasında tifüs, veba, kayalık dağlar benekli ateşi, riketsiyal çiçek, tifo, basili ve amipli dizanteri, treponozomiyazis, layşmanyazis, sıtma, sarı ateş, filaryazis, ensefalit gibi hastalıklar sayılabilir. Vektörlerle bulaşan hastalıkların ortadan kaldırılmasında başlıca yöntemler:

1. Kimyasal kontrol

2. Beslenme ve üreme ortamlarının yok edilmesi

3. Aracı ve taşıyıcı hayvanların yok edilmesi

4. Böcek kaçırıcıların kullanılması

5. Aşılama ve kemoprofilaksi olarak sıranalabilir.

Değişik kimyasal maddeler başta olmak üzere bir çok yöntem kullanarak vektörlerle savaşmamıza rağmen, hızla üreyen vektörlerin bunlara direnç kazanmaları nedeniyle tümüyle yok edebilmemiz mümkün olamamıştır. Vektörlere karşı kullanılan kimyasal maddeler önemli bir kirlilik öğesi de olabilir. Vektörlerin direnç kazanmalarını ve çevre kirliliğini önleyebilmek için bu gibi maddelerin çok dikkatli ve denetimli kullanılması gerekir. Günümüzde vektörlerle savaşabilmek için biyolojik yöntemlerden yararlanılmaya çalışılmaktadır. Sivrisineklerin sürfelerini yiyerek beslenen özel cins balıkları bunlara örnek olarak verebiliriz.

Kemiriciler
Bazı kaynaklar kemiricileri vektörler arasında sayarken bazıları ayrı bir grup olarak ele alırlar. Kemiricilerin kontrolü ile ilgili uygulamaların başında :

1. Kemiricilerin üreme ortamlarının yok edilmesi

2. Kemirici üremesine ve girmesine olanak vermeyecek bina yapımı

3. Çöplüklerin sanitasyonu

4. Rodentisit, kapan ve gaz uygulamaları gelmektedir.

Bitki ve hayvanlar
Bitkiler ve hayvanlar biyolojik çevrenin önemli bir öğesidirler. Hayvanlar alemindeki tüm canlıların hayatları bitkilere bağlıdır. Güneş enerjisinden yararlanarak bitkilerce fotosentez olayının gerçekleştirilmesi besin zincirinin başlangıcını oluşturur. Ekolojik dengesin korunmasında bitkilerin oynadığı rol daha önceki bölümlerde açıklanmıştır. Ancak bazı bitkiler diğer canlılar üzerinde zehirli etki yapabilirler. Hayvanlar insan sağlığı açısından önemlidirler. İnsan ve hayvanların ortak hastalıkları olan zoonozlar önem taşır. Bu hastalıklar insanlara doğrudan hayvanların eti ve derisiyle temasla, etinin yenmesi ya da sütünün içilmesiyle bulaşabilmektedir. Brusella, kuduz, şarbon gibi hastalıklar zoonoz hastalıklardır.

Besinler
Gıdalarla ilgili olarak üretimden tüketime kadar hemen her aşamada kirlenme riski bulunmaktadır., Gıdanın ürün olarak eldesinden, saklanmasına ve depolanmasına, nakline ve daha sonraki işleme ve tüketilme aşamalarından kirlenme riski oldukça yüksektir. Mikroorganizmaların gelişmesine elverişli özellikteki gıdalarda, herhangi bir nedenle etken gıdaya bulaştığında, yeterli ısı ve süre sağlanacak olursa aşırı miktarda etken üreyebilir. Eğer bu gıda toksin ve mikroorganizmaların yok edilmesini sağlayacak işlemlere tabi tutulmayacak olursa, tüketiciler tarafından alınan bu gıdalar sağlığın tehlikeye düşmesine neden olacaktır. Gıdalarla bulaşan hastalıklarda temel etken insan ve hayvan dışkısıyla bulaşan hastalıklardır. Gıda sağlığı sorunlarının çözümü ile çevre koşullarının olumlu hale getirilmesine yönelik önlemler birbirini bütünlemektedir  Gıdaların etkeni taşıyan kirli sularla sulanarak yetiştirilmesi, kirli sularla yıkanması, kontamine kaplarda saklanması, etkenin bulunduğu sularda yaşayan bazı deniz hayvanlarının etinin yenmesi, gıda hazırlayanların ve işleyicilerin etkeni gıdalara taşıması en önemli kirlenme yolları arasında sayılabilir.

Zoonoz hastalıklar
Zoonoz terimi önceleri sadece hayvanlardan insanlara geçen hastalıları belirlemede kullanılırken, 1959 yılında FAO/WHO ortak uzmanlar grubunca;

 

“ Doğal olarak omurgalı hayvanlardan insanlara , insanlardan hayvanlara geçen ve her yerde görülebilen  hastalılar veya enfeksiyonlar”

 olarak tanımlanmıştır. 

Bazı araştırmacılar 1967 yılında FAO/WHO’ya zoonoz tanımına enfekte edici niteliği olmayan  mikrobiyal toksinler ve kimyasal zehirler  gibi ajanları da halk sağlığı yönünden önemli olduğunu  ve bunların da kapsama alınması gerektiğini önermişlerdir.  Ancak zoonoz terimi yaygın olarak benimsenmiş olduğundan bu öneri kabul görmemiştir. Zoonozlar, halk sağlığını olumsuz yönde etkilemelerinin yanı sıra , hayvanlara verim düşüklüğü ve ölümlere neden olduğu  için ülke ekonomisinde de önemli kayıplara yol açmaktadır
Beşeri hekimlik insan içinse Veteriner Hekimlik insanlık içindir.
Denilebilir ki insan hekimliği veteriner' in yanında okyanusa karşı iç deniz gibidir... 'İsmet İnönü - 1943'
Bilgi, paylaşıldıkça çoğalır.
Kör bir kurşun kalem dahi, keskin bir hafızadan daha iyidir.

https://vetrehberi.com


Çevrimdışı eXcaLibuN

  • Administrator
  • Fanatik Üye
  • *
    • İleti: 4732
    • Teşekkür: 1600
    • Cinsiyet:Bay
  • Veteriner Hekimlerin Dünyası
  • Sınıf: Mezun
  • Üniversite: Yüzüncü Yıl


İnsanlarda gıda kaynaklı enfeksiyonlara ve intoksikasyonlara neden olan patojen mikroorganizmalar için asıl kaynak hayvansal gıdalardır. Hayvanlardan insanlara ve diğer hayvanlara, insanlardan hayvanlara geçebilen bulaşıcı hastalıkların (zoonoz) en önemlileri de Bruselloz, Tüberküloz (Verem), Antraks(şarbon) ve Kuduz’dur. Bu mikroorganizmaları taşıyan veya hasta olan hayvanların bir yerden bir başka yere götürülmeleri ve kesimleri sonucu çiğ etlerde, aynı hastalıklara yakalanmış süt hayvanlarının sağılmalarını takiben çiğ sütlerde olabildiği gibi etlerin parçalanması, çiğ et ve çiğ sütlerin işlenmesi, paketlenmesi, muhafazası ve bir yerden bir başka yere nakilleri aşamalarında yapılması gereken kontrollerin yapılamaması nedenleriyle son ürüne geçerek tüketici sağlığını tehdit ederler.  Bu açıklamalara bakıldığında sağlıklı hayvansal ürünler elde edebilmek için, sağlıklı hayvanlar yetiştirilmesi gereği çok açık olarak görülmektedir. Çünkü sağlıklı hayvan, sağlıklı ham ürün kaynağıdır. Sağlıklı hayvan elde etmenin şartları da iyi beslenmesi ve hastalıklardan arındırılmış olmasıdır. İnsan ve hayvan sağlığı açısından ciddi ve çok önemli sorunlara sebep olan zoonotik hastalıklar hayvancılıkta ve sanayide gelişmiş ülkelerde uygulanan “Eradikasyon” (Hastalığın ortadan kaldırılması) programları ile eradike edilmişlerdir. Ülkemizde zoonozların çoğu maalesef halen güncelliğini korumaktadır. Bruselloz ve Tüberküloz “Tazminatlı Hastalıklar” kapsamındadır. Yani bu hastalıklara yakalanmış hayvanlar usulüne göre uygun biçimde değerlendirilir veya tamamen imha edilerek, bedelleri devlet tarafından hayvan sahiplerine ödenir. Ancak hazırlanan proje ve programlara bağlı olarak, her sene hükümet bütçelerine yeteri kadar kaynak ayrılamadığı için “Hastalığın Eradikasyon Programı” yeteri biçimde uygulanamamaktadır.

Zoonozların sınıflandırılması
Konakçıların insan ve hayvan olmasına göre, bulaşma  türlerine göre  zoonozlar 3 grup altında sınıflandırılır.

1.            Antropozoonoz  zoonozlar (anthropozoonoses):  Hayvanlardan insanlara geçenler: Kuduz,  tokzoplazmoz

2.            Zooantroponoz zoonozlar (Zooanthropozoonoses): İnsanlardan hayvanlara geçenler: Difteri, amebiyoz

3.         Amfiksenöz zoonozlar  (Amphixenoses): İnsan ve hayvanların her ikisi arasında da karşılıklı geçebilenler (stafilokoklar, mikobakteriler)

 Zoonozlar yaşam döngülerine göre  ise 4 grup altında  sınıflandırılırlar.

1.          Direkt zoonozlar (Direct Zoonoses): Bunlar enfekte omurgalı konakçıdan duyarlı omrugalıya doğrudan temas veya herhangi bir mekanik araçla geçer. Geçişleri sırasında çoğalmaz, gelişmez ve bir değişikliğe uğramaz. (Kuduz, brusellozis, trichinosis)

2.          Siklo-zoonozlar (Cyclozoonoses): Yaşamlarını sürdürebilmek için birden fazla omurgalı konakçıya gereksinim duyarlar. (taeniasis, echinococcosis )

3.          Meta-zoonozlar (Metazoonoses): Biyolojik olarak omurgasız arakonakçılardan duyarlı omurgalılara geçerek yaşam siklularını tamamlarlar. Etken omurgasız arakonakçıda çoğalır, gelişir . (schistosomiasis arbovirus)

4.          Sapro-zoonozlar(Saprozoonoses):  Son omurgalı konakçıya ek olarak toprak ve bitki gibi hayvan olmayan arakonakçıya gereksinim duyar. (larva migrans, mikotik hastalıklar F.hepatica)

 Zoonozların sınıflandırılması rezervuar konakçılarına göre;

Ø      Yabani hayvanlaradan insanlara bulaşan zoonozlar

Ø      Yarı yabani (güvercin, rata, vb.)  hayvanlaradan bulaşan zoonozlar

Ø      Evcil hayvanlaradan insanlara bulaşan zoonozlar

Zoonozlar yaşam siklusları yanı sıra etiyolojilerine göre de  sınıflandırlır. Uygulamada da en çok bu sınıflandırma kullanılır.

Ø      Bakteriyel zoonozlar: ruam, antraks, yanıkara

Ø      Viral zoonozlar:  kuduz,

Ø      Fungal zoonozlar: aspergillosis, actinomycosis

Ø      Protozoal zoonozlar: anaplasmosis, babesiosis, malaira

Ø      Helmintik zoonozlar: trichinosis, echinococosis, taeniasis



Hastalıkların yayılışı
Hastalık mihrakları yıllar itibariyle incelendiğinde Türkiye genelinde salgın hastalıklar ve paraziter hayvan hastalıklarının yaygın bir şekilde seyrettiği görülmektedir. Ülkemizde hayvan hastalıklarının kontrol altına alınmasındaki güçlüklerde rol oynayan önemli faktörler;

Ø      Kayıt sisteminin yetersizliği,

Ø      Hayvan park ve pazar kurumları ile sevk kontrol merkezlerindeki sıkıntılar,

Ø      Karantina hizmetlerindeki aksaklıklar,

Ø      Araç ve ekipman eksikliği,

Ø      Yetiştirici ve Sağlık personelinin eğitimi,

Ø      Veteriner hekim ve yardımcı personel sayısı,

Ø      Bazı mevzuatın günün koşullarına göre yenilenmemesi,

Ø      Türkiye’nin jeopolitik durumu ve sınır komşularından kontrolsüz hayvan girişidir.

Türkiye’nin güneydoğu ve doğusunda bulunan komşu ülkelerden çeşitli nedenlere bağlı olarak ekzotik tip hastalıklar yurdumuza girmiştir. 1996 ve 1999 yıllarında tespit edilen iki değişik A tipi şap virüsü ve 1999 yılında tespit edilen ASYA- tipi şap virüsünün İran üzerinden Türkiye’ye girişi bunlara örnek olarak verilebilir.

Zoonozların kontrolü toplumların sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeylerine bağlıdır. Bazı insanlar  bulundukları konum gereği olarak zoonoz hastalıklar  açısından yüksek risk altındadır.

 Zoonozlarda Riskli Gruplar

 

Gruplar
 Meslekler
 
Tarım
 Veteriner Hekim,bakıcı, çoban, tarım işçisi
 
Hayvansal ürün üreticisi
 Kasap,mezbaha, atık ve yan ürün işçileri
 
Orman
 Avcı, balıkçı,kampçılar, açık alan çalışanları
 
Eğlence
 Pet satıcıları,hayvanat bahçeleri, sirk ile doğal park çalışanları ve ziyaretçileri,  bu alanda çalışan veterinre hekimler
 
Laboratuar
 Laboratuar hayvanlrı bakıcıları, deney hayvanları ve bunların dokuları  üzerinde çalışanlar, biyolojik madde  üretiminde çalışanlar
 
Epidemiyolojik
 Sağlık hizmetleri çalışanları kontamine bölgelerde  bulunan  pramedikal personel
 
Diğerleri
 mülteci, turist, yeterli beslenemeyen , hijyenik olmayan ortamlarda  bulunanlar
 


Bakteriyel ve viral Zoonozlar
TÜBERKÜLOZ

Genel Özellikleri:         

Tüberküloz,  insan ve hayvanlarda, akciğer, çeşitli organ ve dokularda, kazeöz ve kazekalseröz tüberküllerin oluşmasıyla karakterize kronik, bulaşıcı, zoonotik bir hastalıktır. Tüberküloz etkeni olarak 3 mycobacterium türü önemlidir. Bunlar; M. tuberculosis (insan tipi), M. bovis (sığır tipi), M. avium (kuş tipi). Bu üç mycobacterium türü insan ve hayvanları enfekte edebilmektedir. Etken ; aside dirençli uzun ve kısa çomaklar halinde, hareketsiz, sporsuz, aerobik, kapsülsüz bir mikroorganizmadır. Etken, fiziksel ve kimyasal maddelere karşı oldukça dirençlidir. Fenol (%2), kreosol (%1), formalin (%3) ve NaOH (%5) solusyonlarında 4 saatte ölür. Mera, toprak ve gübrede 2-6 ay canlı kalır. Kurumaya karşı dayanıklı, pastörizasyon ısısında genellikle ölmelerine karşın bazıları 75-80 oC’ ye 5-10 dakika dayanır. Absolut alkol (%70-90)’e 5-10 dakika dayanır.

Bulaşma Yolları:

 Tüberküloz  bugün dünyada  en çok ölüme yol açan bulaşıcı hastalıktır. Hastalık dünyanın bütün ülkelerinde görülmektedir. Yılda 8,4 milyon insan bu hastalığa yakalanırken, 2 milyonu ölmektedir. Dünyadaki bütün hastalıkların yüzde 2,5’unu ve önlenebilir ölümlerin yüzde 26’sını oluşturmaktadır. Akdeniz ülkeleri zoonoz kontrolu merkezinin bildirdiğine göre önümüzdeki on yıl içinde dünya’da yaklaşık 88,2 milyon yeni tüberküloz vakasının oluşacağı ve bu vakalardan 30 milyon kadarının ölümle son bulacağı tahmin edilmektedir. Tüberküloz hastalığının ve tüberkülozdan ölümlerin çok büyük çoğunluğu az ve orta gelişmiş ülkelerde görülmektedir. Dünyada tüberküloz en çok Güney-Doğu Asya ve Sahra Güneyi Afrika’da bulunmaktadır. Her yıl Hindistan’da 1,8 milyon, Çin’de 1,3 milyon, Endonezya’da 590 bin, Nijerya’da 327 bin, Bangladeş’te 306 bin yeni hasta ortaya çıkmaktadır. Toplam 22 ülkede, dünyadaki tüberküloz hastalarının yüzde 80’i bulunmaktadır.

Ülkemizde  tüberküloz infeksiyonu  halen çok yaygındır. Yaklaşık olarak  20 milyon insanımız  tüberküloz  mikrobu ile infekte durumdadır. Bunların % 10'unun yaşamları içinde tüberküloz hastası olacağı düşünülürse  sorunun ülkemiz için hala ciddi boyutlarda olduğu anlaşılır.  Türkiye  tüberküloz hastalığının orta derecede yaygın olduğu ülkeler arasındadır. T.C. Sağlık Bakanlığı verilerine göre  her yıl yaklaşık 100.000 kişiden 30'unda tüberküloz hastalığı ortaya çıkmaktadır. Yani yılda  resmi kayıtlara göre  20.000 civarında yeni tüberküloz hastası tespit edilmektedir. Fakat bu rakamlar sadece Verem Savaşı Dispanserlerine kayıtlı hastaları içerdiği için gerçek rakamın bunun üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. Ülkemizdeki önemli bir sorun da dirençli tüberkülozlu hasta sayılarındaki artıştır. Türkiye' deki dirençli tüberkülozlu hasta sayısı tam bilinmemekle birlikte  ülkemiz  Dünya Sağlık Örgütü tarafından bu  tehlikeli hastalık şeklinin alarm verdiği ülkeler arasında sayılmaktadır.

Bulaşma şekli
Etkenin bulaşması 5 yoldan meydana gelmektedir.

a     Kongenital: Anneden yavruya göbek kordonu ile

a     Alimenter: Buzağıların, sütleriyle mikrop çıkaran annelerinden süt emmeleriyle, ya da bulaşık su, yem, ve otların alınmasıyla olabildiği gibi bronşlardan dışarı çıkan mikroplu kraşeyi yutmakla olur.

a     Solunum: Damlacık enfeksiyonu ile

a     Genital: Testisleri tüberkülozlu boğaların aşımıyla, tüberkülozun uterABD yerleştiği durumlarda sonda ve katater uygulanmasıyla

a     Deri yolu ile: Oldukça nadir bir bulaşma şeklidir.

Hayvanların tüberküloz etkenine karşı verdikleri doğal reaksiyon;

a) Mikroorganizmaların saldırı gücüne

b) Vücudun savunma aktivitelerine bağlıdır.

Duyarlı konakçının vücuduna giren virülent mikroorganizmalar girdikleri bölgede yerleşerek üremeye başlar ve organlarda ilk lezyonları oluştururlar.  Bu organlara bağlı lenf yumrularına taşınması sonunda,  lenf yumrularında dejeneratif ve yangısal bozuklukların meydana gelmesine neden olur.  Böylece etkenin ilk girdiği organ ve dokularda ve hem de bunlara ait lenf yumrularında bozukluklar gelişir (Primer komplex). Vücudun dirençli olduğu durumlarda primer effektler iyileşebilir veya bazen de bunlar hiç belli olmayabilir (Tam olmayan primer komplex). Bu lezyonların içinde canlı mikroorganizma bulunur. Konakçının direncinin kırıldığı, lezyonların aktive olduğu (lezyonlardaki kalsifikasyonun rezorbe olması) durumlarda,  mikroorganizma tekrar üremeye ve lezyonlar da gelişmeye başlarlar.

 Korunma Yolları:

Özellikle sütleriyle tüberküloz etkenlerini dışarıya çıkaran sığırlar hem kendi buzağıları hemde insanlar için çok önemli bir bulaşma kaynağı durumundadır. Tüberkülozla mücadele, bir korunma stratejisi ve eğitimle mümkün olabilmektedir. Bu hastalık yönünden hayvan yetiştiricilerinin ve bakıcılarının eğitimi şarttır.

Hastalığın yayılmasında ahır ve barınakların hijyenik durumu, tek yönlü beslenme, uygun olmayan bakım şartları, portörlerin zamanında tespit edilip ayrılmaması, dışarıdan sürüye kontrolsüz hayvan katılması, infekte hayvanların sütleriyle buzağıların beslenmemesi, tüberkülozlu bakıcılar, etkenle bulaşık meralar büyük önem taşımaktadır. İnsan tüberkülozu bir çok gelişmekte olan ülke için hala büyük bir problemdir.

ANTRAKS (ŞARBON) SPLENIC FEVER
Genel Özellikleri:         

Bilinen en eski zoonoz hastalıklardan birisidir. Yurdumuzun her bölgesinde ve her mevsimde ortaya çıkar. Halk arasında hayvanlarda “DALAK veya ŞARBON” , insanlarda “KARAÇIBAN ve KASAP ÇIBANI” olarak bilinmektedir.Eski Yunanca’da kömür anlamına gelen anthrakis’ten ismini olan Bacillus anthracis aerobik, gram pozitif, spor oluşturabilen non-motil basildir. Hastalık sırasında gelişen kütanöz lezyon kömür gibi siyah olduğu için bu isim ile anılan antraks basilli çevresel stres koşullarında spor oluştururken, aminoasit, nükleosid ve glükozdan zengin ortamlarda da germinasyon göstererek basillerin gelişimine olanak tanımaktadır. Bütün türler duyarlı olmasına rağmen sığır ve koyunlarda en yaygındır. Antraks hayvan ve insanlarda  septik karakterli  perakut, akut ve subakut seyirli  enfeksiyöz bir hastalık olup dalağın büyümesi , subkutan ve subseröz  bağ dokunun sero-hemorajik infiltrasyon ile karakterizedir.

Etkeni Bacillus anthracis'tir. Gram pozitif,  hareketsiz, sporlu ve kapsüllü bir mikroorganizmadır. Vegetatif şekli 55-60°C'de ölür. Spor şekli ise uzun süre canlılığını korur. Vücut dışında aerobik koşullarda meydana gelen sporlar oval ve yuvarlak olup, basilin orta bölgesine yerleşmiş ve sporun çapı basilin çapından küçüktür. Sporlar mide sıvısından etkilenmez. 120-140°C'de 3 saat canlılıklarını korur.

Normal koşullarda, hasta hayvan ile temas sonrasında veya kontamine hayvan ürünlerinin kullanımı ile antraks gelişir. Hastalığın daha sık görüldüğü ot-obur hayvanlar, antraks sporlarını topraktan alır. Ciddi besi hayvanı kayıplarına neden olan antraks aşılama programları ile kontrol altına alınmıştır. Örneğin 1945 yılında ABD’de salgın sırasında 1 milyondan fazla koyunun kaybedildiği bilinirken bugün için ABD’de hayvanlarda antraks tespit edilmemektedir. Ülkemizde de hayvanlara yönelik olarak etkili aşılama uygulamaları devam etmekte ancak sporadik vakalar tespit edilmektedir. Aşı ile ciddi anlamda hayvan vaka sayısında azalma sağanmış olmasına rağmen tüm dünyada topraktan antraks sporları hala yaygın olarak izole edilmektedir.

Bulaşma yolları
Hayvanlar mikrobu aldıktan 2-3 gün sonra hastalanırlar. İştahsızlık, sendeleme, ayakta duramama, solunum güçlüğü, titreme, yüksek ateş başlıca belirtileridir. Koyun ve keçiler belirtilerin ortaya çıkmasından çok kısa bir süre sonra hemen ölürler. Sığırlarda yukarıdaki belirtilere sancı, kan işeme ve ishal de eklenir ve bir hafta içinde ölürler. Ölen hayvanların, ağız- burun ve anüsünde kan izleri veya kanlı bir sızıntı bulunur. Kesilen hayvanların kanı siyah renktedir ve pıhtılaşmaz. Insanlar hasta hayvanları kesip yüzmek, etini yemek veya bu hayvanların deri ve yünlerini işlemek suretiyle hastalığa yakalanırlar.

Ä         Sindirim sistemi ile: Bulaşık ot, su, yem gibi gıdaların ağız yolu ile alınması ile olur.

Ä         Solunum yolu ile: Hayvanlarda nadir görülen bu bulaşma şekli insanlarda sporların, hayvan postu, kıllar, yün ve yapağı ile gerçekleşir.

Ä         Deri yolu ile: Deride oluşan çeşitli portantrelerden (ısırma, kırpma, sıyrık, çizik v.s.) etkenin girmesiyle olur. İnsanlar ise kontamine et, kan, temas yolu ile hastalığı alırlar. Kan emici ve sokucu sinekler de bu yolla enfeksiyonu bulaştırabilir.

İnsanlarda   hastalık belirtileri
Deri şarbonu, akciğer şarbonu ve ender olarak görülen bağırsak şarbonu olarak üç ayrı şekilde görülür.

Deri şarbonu; papül, vezikül ve püstülle karakterize üzerinde siyah bir kabuk bulunan nekrotik ülserler şeklinde görülebileceği gibi, bağ dokusu, boyun, göğüs ve göz kapaklarının deri altı dokusunda ödemler ve bu ödemli alanın üstünde vesikülle karakterize bir şekilde de görülebilmektedir.

Akciğer şarbonu; özellikle hayvan yünleri ve kıllarıyla uğraşanların sporları solumasıyla meydana gelmektedir. Ağır bir hemorajik bronko-pnömoni ile karakterizedir.

Barsak şarbonu; genel durum bozukluğu ve şiddetli bir gastro-enteritis ile karakterizedir. Tanı koymak güç olduğundan dolayı kurtuluşu yok gibidir. Bu klinik formların birisinde etken kana karışıp septisemi yaparsa hastalık öldürücü bir hal alır. Menenjitin de görüldüğü vakalar mevcuttur.

Korunma Yolları
Anthrax’ ta en önemli korunma önlemi bu hastalıktan ölen hayvanların uygun şekilde ortadan kaldırılmasıdır. Bunun için hasta hayvanlar kesilip yüzülmemeli ve otopsi yapılmamalıdır. Hastalığa yakalanan hayvanlar ölümden önce kısa süre ile de olsa süt, idrar ve diğer salgıları ile mikrop saçtıkları için hasta hayvanların muayenesinde ve ölen hayvanların naklinde dikkat edilmesi ve koruyucu tedbirlerin alınması gerekir. Ahırda ölen hayvanlar ağız, burun, anüs gibi delikleri tentürdiyotlu pamukla kapatıldıktan sonra uygun vasıtalarla ve koruyucu elbise giyilerek imha edileceği yere taşınır, yakılır veya 2 mt derinliğinde açılmış çukurlara üzerlerine yeteri kadar sönmemiş kireç dökülerek gömülür. Bütün altlıklar ve şüpheli maddeler yakılır. Ahır önce soudkostikli sıcak su ile yıkanır. Sonra uygun antiseptiklerle dezenfekte edilir. Merada ölen hayvanlar mümkünse oldukları yere çevresindeki kirlenmiş ot ve toprakla beraber gömülür. Aşılı hayvanlarda bağışıklık oluşuncaya kadar mera kapatılır ve yemler değiştirilir. Mera bulaşmasını önlemek için şüpheli ve tehlikeli meralar duyarlı hayvanlara kapatılır. Ot ve samandan şüpheleniyorsa bunlar imha edilir.

İkinci önlem aşılamadır. Hastalık görüldüğünde ateşi bulunmayan sağlam hayvanlar derhal aşılanır. Hastalığın ortaya çıktığı yerde hayvanlar en az beş yıl süreyle aşılanmalıdır. Koruyucu aşılama genel olarak ilkbaharda yapılır. Aşı yapıldıktan 10-14 gün içersinde bağışıklık gelişir. Tek tırnaklılarda bu süre biraz daha uzun olabilir

BRUSELLOZ (BRUCELLOSE)
Genel Özellikleri:

Evcil hayvanlarda Bulaşıcı yavru atma hastalığı olarak bilinen hastalık, insanlarda Dalgalı humma, Bang hastalığı, Malta humması ve Akdeniz humması olarak da bilinmektedir. Sığır, koyun, keçi ve domuzlarda özellikle testis, meme ,uterus gibi genital organlara yerleşerek yavru atmalara ve infertiliteye neden olan kronik,infeksiyöz, nekrotik v eyangısal enfeksiyonlara yol açan önemli bir zoonozdur. Bütün dünyada yaygın süt ineklerinde prevalansı yüksektir. Özellikle sığır, koyun, keçi ve domuz gibi evcil hayvanlarda yavru atmaya neden olan ve aynı zamanda hayvanlardan insanlara da bulaşan (zoonozis), ekonomik yönden zarar verici ve halk sağlığı yönünden önem taşıyan bir hastalıktır. Etken, Brucella cinsi içinde B.melitensis, abortus, suis, ovis canis olmak üzere değişik türleri vardır. Gram negatif, sporsuz, 0.5 x 1 mikron boyutlarındadır.  Bütün brucella tipleri pastörizasyon ısısında 10-15 dakikada ölürler.Altı türü bulunan Brucella grubu mikroorganizmalardan Brucella melitensis, Brucella abortus ve Brucella suis halk sağlığı yönünden büyük önem taşır.

Brusella mikroorganizmaları, güneş ışığı ve dezenfektanlara karşı çok duyarlı olup, birkaç dakikada aktivitelerini kaybederler. Karanlık yerlerde doku ve uterus akıntısı içinde uzun süre canlı kalırlar. Kokuşma sonu kısa sürede ölürler, tüm brusella tipleri, pastörizasyon ısısında 15 - 20 dk. da tahrip olurlar. Etken, yapılan araştırma sonuçlarına göre tereyağında dört ay canlı kalabilmektedir. Enfekte sütten yapılmış beyaz peynir, salamura içinde üç ay sonraya kadar kobayları enfekte edebilir ve beş ay sonra reaksiyon verebilir özelliktedir. Kültür, 0 oC 'nin altında uzun süre canlılığını koruyabilmektedir. Etkenler, % 0.1 'lik sublime de birkaç dakikada, % 2 'lik formol, % 1 'lik lizol içinde 15 dakikada ölürler.

Brucella grubu mikroorganizmalar genellikle konakçı hayvan dışında çoğalmazlar. Fakat ortamın ısı, nem ve asitlik değerlerine bağlı olarak değişik sürelerde canlılıklarını sürdürürler. Brucella mikroorganizmaları direkt güneş ışığı, dezenfektanlar, pastörizasyon ve kuru şartlara duyarlıdır. Güneş ışığında 1-12 saatte, 60 0C’de 10 dakikada, 1000C’de hemen ölürler. Çeşme suyunda 4-80C’de birkaç ay, 00C’de 2.5 yıl, dondurulmuş dokularda birkaç yıl, nemli toprakta 60 gün ve 200C’de % 40 nemli ortamda 144 gün canlı kalabilirler. İdrarda 30 gün, atık fötuslarda en az 75 gün ve uterus akıntılarında 200 günden fazla canlı kalabilir. Enfekte dışkı materyali ile bulaşık altlıkta 56-610C’lerde 4.5 saatte tahrip olur. Çiğ sütten yapılan tuzsuz krema yağında buzdolabında 142 gün, %10 tuz içeren salamura peynirde 45 gün, %17 tuz içerende ise 1 ay canlı kalır. Etin normal dinlendirilmesi süresince oluşan pH değişikliği (asitlik) ette bulunabilecek Brucella mikroorganizmalarını öldürmeye yeterlidir.

Bulaşma Kaynakları
Brusellozis, zoonoz bir hastalık olduğundan her zaman hayvanlar insanlar için bir enfeksiyon kaynağıdır. Meslek hastalığı olarak bilinen brusellozis, veteriner hekimler, hayvan tüccarları, mezbaha işçileri ve az gelişmiş ülkelerde hayvanları ile aynı yerde bulunan insanlar bulaşma ile her an karşı karşıya bulunmaktadır. Bulaşma oranı entansif yetiştiricilik yapılan bölgelerde daha fazladır. Avrupa ve Rusya'dan damızlık sığır ve süt ineği getirilen yerlere bu hastalık girmiş ve bu hayvanlardan da çevreye yayıldığı bilinmektedir. Hastalık etkeni, en çok gebe hayvanların uterus içeriği, fötus ve fötal membranlarda bulunduğundan bunlar hastalık kaynağı olarak önemli yer tutarlar. Bulaşma, başlıca sindirim sistemi, sağlam veya portantreli deri, konjunktiva, çiftleşme ve sağım sırasında memelerin kontaminasyonu yoluyla meydana gelir. Son yıllarda vektörler üzerinde durulmakta, hastalığın naklinde sinek, sivrisinek, tahta kurusu, kene, pire gibi artropodalarla, yabani tavşan, sıçan, fare gibi kemiricilerin de rolü olduğu bildirilmiştir. Serçe, karga gibi kuşlarında portör olabilecekleri, bizon, geyik, dağ keçisi, ceylanlarda da enfeksiyon görüldüğünden hastalığın yayılmasında rol alabilecekleri bildirilmektedir.

Brusellozlu ineklerin çoğu aborttan sonra haftalarca, hatta aylarca sütleriyle mikrop çıkarırlar. Etkenin sütle çıkışı periyodik olup, laktasyonun sonuna doğru daha fazla sıklaşır. İneklerde, memeye yerleşmiş olan etken devamlı veya zaman zaman dışarı atılır. Doğumdan hemen sonra yani ağız sütü ile takriben 200.000 / ml etken atılır. Bazı ineklerin 7-9 yıl mikroorganizmayı çıkardıkları saptanmıştır. Abort yapmış keçi ve koyunlar, ilk 1-3 hafta içinde sütleriyle periyodik olarak mikroorganizmayı çıkardıkları, 3 haftadan sonra tespit edilemediği bildirilmektedir.

Brusellozis, duyarlı hayvanlara genellikle enfekte hayvanlarla doğrudan temas yoluyla veya enfekte hayvanların akıntılarıyla bulaşık çevreden geçer. Atık yavrular, yavru zarları ve sıvıları, yavru atmış veya doğum yapmış enfekte bir hayvanın vaginal akıntılarının hepsi son derece fazla sayıda enfeksiyöz Brucella mikroorganizmalarını içerir. Hayvanlar bu materyalleri yalayarak veya Brucella etkeni ile bulaşık su ve gıdayı tüketerek enfekte olurlar. Süt, idrar, dışkı ve eklem sıvıları da bakterilerin kaynağıdır. Enfekte boğa ve koçların semenlerinde de etken bulunur ve çiftleşme ile bulaşma olur. Ayrıca enfekte annelerden yavrularına anne karnında veya doğum sonrası enfekte ağız sütü yada enfekte diğer hayvanların sütü ile beslenme sonucu bulaşma görülebilir.

İnsanlara bulaşma
Brucella insanlara çeşitli yollarla bulaşmaktadır. En yaygın bulaşma yolu mikroorganizma ile bulaşık çiğ süt ve süt ürünlerinin (peynir, krema, tereyağı, dondurma vs.) tüketilmesidir. Ülkemizde koyun-keçi sütlerinden yapılan peynirler genellikle hiçbir ısıtma işlemi uygulanmadan yapılmakta ve insanlar için risk taşımaktadır. Enfekte hayvanlar, hayvan karkasları, atık yavru ve atık yapan hayvanların genital akıntıları, idrar ve dışkıları ile doğrudan temas ile bulaşma olabilir. Doğrudan temasta sindirim sistemi ile bulaşma ön planda olmakla birlikte hasarlı deriden ve solunum yoluyla bulaşma da söz konusudur.

Ülkemizde Güneydoğu bölgelerimizde çiğ köfte yeme alışkanlığı, önemli enfeksiyon kaynaklarındandır. Peynir, çökelek halinde bekletildiği zaman Brusellanın yaşam süresi 3 aya kadar çıkar. İnfekte hayvan gübresi kullanılan toprakta yetişen taze sebzelerle de hastalığın bulaşabildiği bildirilmektedir. İnsandan insana bulaşma ya çok seyrek yada hiç görülmemektedir. Yaralı deriden veya ağızdan alınan mikroorganizma önce en yakın lenf yumrularına, oradan kana geçerek kemikiliğine, eklemlere, sinirlere, beyine ve özelliklede cinsel organlara yerleşerek hastalık oluşturmaya başlar. Hayvan yetiştirenler, veteriner hekimler ve veteriner sağlık teknisyenleri, mezbaha çalışanları, et sanayiinde çalışanlar ve laboratuvar çalışanları brusellozisin bulaşması açısından daha fazla riske sahiptir.

İnsanlarda Brusellozisin Belirtileri
Hastalığın inkübasyon süresi genellikle 1-3 hafta kadardır, bazen birkaç aya kadar uzayabilir. Belirtiler hafif veya şiddetli düzeyde, aniden veya yavaş gelişerek ortaya çıkabilir. Hastalarda sürekli, aralıklı veya düzensiz bir ateş, terleme, kas ve iskelet sistemine olan belirgin etkisinin sonucu olarak yorgunluk, dermansızlık, genel ağrı ve mental depresyon gibi semptomlar görülür. En çok etkilenen eklemler kalça, diz ve dirseklerdir. Bazı hastalarda klinik olarak ürogenital semptomlar belirgindir.Ayrıca mide-barsak, akciğerler, kan yapan organlar, cilt ve nadiren de kalp-damar sistemi ve beyin (menenjit) etkilenir. Brucella mikorganizmaları insanlarda hayvanlardaki gibi özellikle bir düşük etkeni değildir. Bu nedenle bruselloziste insanlardaki düşük riski diğer bakteriyel enfeksiyonların seyrinde görülebilecek düşük riskinden fazla değildir. Erkek hastalarda testis, epididimit ve veziküloseminallere yerleşim sonucu akut orşit, epididimitis gelişimi daha sıktır. Hastalığın süresi birkaç haftadan birkaç aya kadar uzayabilir

Brusellozisten Korunma Yolları
Brusellozis enfeksiyonu bir sürüye girdikten sonra o sürünün hastalıktan ari hale getirilmesi oldukça güç, zaman alıcı ve masraflıdır. Ayrıca hayvan sahibi, yakın çevresi ve süt ürünlerini tüketenler için oluşan risk göz önüne alındığında hastalıktan korunma büyük önem taşır.

Brusellozisin kontrolü genel hijyenik tedbirlerin uygulanması, karantina, enfekte hayvanların sürüden çıkarılması (test ve kesim) ve aşılama yöntemleri ile olmaktadır.

Yavru atan hayvanların tüm atıkları ile bu atıkların temas ettiği yem ve altlıklar ya derine gömülerek üzerine yanmamış kireç dökülmeli veya yakılarak imha edilmelidir. Ahır ve ağıllarda dezenfeksiyon yapılmalıdır.

Sürüye veya işletmeye yeni hayvan satın alındığında test yaptırılmalı (Ergin S-19 aşısıyla aşılanan dişi sığırların aşılama tarihinden 6 ay sonra, genç S-19 aşısı ile aşılanmış 4-8 aylık dişi danaların aşılama tarihinden 12 ay sonra serolojik muayene sonuçlarının güvenilir olacağı dikkate alınmalıdır.) ve bunlar diğer hayvanlardan ayrı tutularak 30-60 gün sonra tekrar test yaptırıldıktan sonra diğer hayvanların yanına konulmalıdır. Bu uygulama, alındığında inkübasyon periyodunda olan (enfeksiyona yeni maruz kalmış) hayvanların tespitine yardımcı olur. Hayvan satın alınacağında brusellozis bulunmayan sürüler tercih edilmelidir. Ayrıca hastalığın yayılmasını önlemek için brusellozis tespit edilen hayvanlar satılmamalıdır.

Bütün atık vakalarında zaman geçirilmeden Bakanlık İl ve İlçe Müdürlüklerine veya bir veteriner hekime müracaat edilmelidir. Hayvanlar brusellozise karşı aşılatılmalıdır. Sürüye yeni katılan hayvanların da aşılatılmasına dikkat edilmelidir.

Hastalığın kontrolü
Mikroorganizma pastörizasyon ısısına hassas olduğundan, gıdaların pişirilerek yenmesi, çiğ olarak tüketilen sebze ve meyvaların etkenin duyarlı olduğu dezenfektanlarla yıkanması gerekmektedir. Hastalığın kontrolünde enfekte hayvanların sürüden ayrılmaları, diğer hayvanların enfeksiyona maruz kalmamaları açısından çok önemlidir. En radikal önlemlerden biriside hayvanların aşılanarak hastalığın kontrol altına alınmasıdır.

Brusellozis'de aktif bağışıklığı oluşturan aşılar, canlı Brusella abortus S-19 aşısı ile canlı B. melitensis Rev-1 aşısıdır. B. abortus S-19 aşısı, danalara ve erginlere uygulanan olmak üzere iki ayrı aşı olarak mevcuttur. B. abortus S-19, 4-8 aylık sağlıklı dişi danalara uygulanır, en az 7 yıl koruma sağlar, erginler ve erkeklerde kullanılmaz. Br. abortus S-19 ergin aşısı, 8 aylıktan büyük dişi sığırlara 24 ay ara ile iki kez uygulanır, en az bir yıl koruma sağlar, aşısız ve gençken aşılananlarda da kullanılabilir. Boğalara aşılamanın öerilmemesinin nedeni, testislere yerleşmesidir. Sürüdeki aşısız hayvanlar, infeksiyonda aşılılar için tehlike oluştururlar denilmektedir.

TULAREMİ
Genel Özellikleri

Tavşan ateşi olarak da tanımlanan tularemi, kemiricilerde de yaygın olup,  keneler aracılığı ile  insan ve çeşitli evcil hayvanlara bulaştırılan tehlikeli bir zoonozdur. Hastalığa yakalanmış evcil hayvanlardan veya av hayvanlarının etlerini yeterince pişirmeden tüketen kişilerde tularemi meydana gelebilir. Spontan tularemi de görülen hastalık belirtileri ve anatomik değişiklikler  pseudotuberkulozdan farksızdır. Tularemi görülen yerlerde yapılacak ilk iş hayvanları kenelere karşı aşılamaktır.

Küçük, aerobik, hareketsiz, Gram negatif kokobasil olan Francisella tularensis, bilinen en enfeksiyöz bakterilerden birisidir, hastalığın oluşması için 10 canlı mikroorganizmanın inökülasyonu veya inhalasyonu yeterlidir. Franciscella (syn.pasteuralla) tularensis hareketsiz,  sporsuz,  gram negatif bir etkendir. Isıya karşı çok hassastır 56-58°C'de 10 dakikada imha edilmektedir. Tavşan etlerinin dondurulduktan 4 hafta sonra dahi enfekte olduğu bildirilmiştir. İnsanlar en çok enfeksiyonu tavşan etleri ile almaktadır. Etken solunum veya sindirim sistemiyle organizmaya girer ve lenf kanalları yoluyla yayılır. Kan dolaşımına karışan etken iç organlar ve kaslara yayılarak yangılı odaklar oluşturur.

Klinik formları;
-Tifoidal tularemi; doğal bulaşma yolları sonrasında gelişen tularemilerin %5-15’ini oluşturur. Genellikle enfekte partiküllerin inhalasyon yolu alınmasını takiben gelişir, ancak intradermal veya gastrointestinal alımları takiben de gözlenebilir. Sıklıkla ani başlayan ateş (38-  40°C ) , halsizlik, kilo kaybı ve yaygın vücut ağrıları (özellikle bel ağrısı) şeklinde ilk bulgularını verir, ancak tulareminin diğer formlarından farklı olarak lenfadenopati gelişimi tespit edilmez. Ayrıca deri veya mukozal lezyonlarda görülmez.

-Ülseroglandüler tularemi; doğal bulaşma sonrasında en sık görülen klinik formdur, vakaların %75-85’ini teşkil eder. Genellikle enfekte hayvan doku veya vücut sıvılarının deri veya mukozal yüzeylerle temasını takiben gelişir. Ani başlayan ateş, titreme, başağrısı, halsizlik ve özellikle ülsere deri lezyonu ile karakterizedir. Sistemik bulguların ortaya çıkışı ile deride papül gelişimi eş zamanlıdır, papül birkaç gün içerisinde ülserasyon gösterir. Ülser gelişimini takip eden birkaç gün içerisinde lokal, ağrılı lenfadenopati ülserli alanın drenaj hattında tespit edilir. Uygun antibiyotik tedavisine rağmen lenfadenopatilerde süpürasyon görülebilir. Deri lezyonu sıklıkla temasın gerçekleştiği el veya parmaklarda gelişir.

-Glandular tularemi; Ülser tespit edilmeden hassas lenfadenopati ve ateş ile seyreden klinik tablo vakaların %5-10’unda gözlenir.

-Oküloglandular tularemi; Mikroorganizmanın konjonktivadan giriş yaptığı vakalarda, tek taraflı, oldukça ağrılı, pürülan drenajın ve preaüriküler veya servikal lenfadenopatinin eşlik ettiği klinik formdur. Yüzde 1-2 oranında görülür, sıklıkla, kontamine olmuş ellerin gözleri kaşıması veya enfekte hayvanın vücut sıvılarının konjonktivaya sıçraması sonrasında gelişir. Vakaların bir kısmında, kemozis, periorbital ödem ve palpebral konjonktivada küçük nodüler lezyonlar veya ülserasyon tespit edilir.

-Orafarengeal tularemi; Primer farengeal ulseroglandüler tularemiyi tarif etmek için kullanılan tanımlamadır. Sıklıkla kontamine su veya gıda alımını takiben gelişir, nadiren kontamine damlacıkların inhalasyonu orafarengeal tularemi nedeni olabilir. Servikal lenfadenopatinin eşlik ettiği eksüdatif, membranöz tonsilofarenjit tespit edilir, stomatitte klinik tabloya eşlik edebilir.

-Pnömonik tularemi; Tedavi edilmezse mortalitesi yüksek, fulminan seyir gösteren,  atipik pnömoni bulguları ile karakterize pnömoni şeklinde görülür.

LEPTOSPİROSİS
         Genel Özellikleri

Leptospirosis sığır, koyun, keçi, domuz, at, köpek ve insanlarda görülen zoonoz bir hastalıktır. Hastalık, akut, subakut ve kronik seyirli olabilir. Bulaşma çiftleşme ile, inhalasyon ile, mikroplu materyalle direk temas ile, bulaşık su, yem, süt vs.' nin sindirim yolu ile alınması sonucu meydana gelir. Bulaşma kongenital olabildiği gibi kan emici artropotlar ve rezervuar hayvanlar aracılığı ile de olabilmektedir. Başlıca klinik belirtileri ateş,  septisemi,  sarılık,  hemolitik anemi ve aborttur.

Hastalık yüksek ateşle başlar. Bu dönemde leptospiralar kanda bulunur. Sonraki dönemde böbreklere ve karaciğere yerleşir. Buna bağlı olarak sarılık, hemoglobinüri görülür. Ayrıca anemi, abortus ve mastitiste oluşabilir. Bazı hayvanlarda leptospiral meningitis ve nekrotik dermatitis oluşur. Kulaklar ve inguinal bölge  derisi kabuklanır ve kuru bir görünüm alır.

Etken; sığırlarda genellikle Leptospira pomona'dır. Suda,  rutubetli zeminde ve hayvanların iç organların iç organlarında uzun süre canlı kalabilir. Kuraklığa karşı dayanıksızdır. Etkenler rutubetli yerlerde 180 gün kadar yaşayabildiği halde kurutulmuş toprakta 30 dakikada ölürler. Yüzlek sularda uzun süre yaşayabilirler. 50°C'de 10 dakikada 60°C'de ise 10 saniyede ölürler.

 
SALMONELLOZ  ( SALMONELLOSE )
Salmonellloz adı altında Salmonella grubu bakterileri tarafından oluşturulan,  septisemi belirtileriyle veya subakut  ve kronik mide-bağırsak yangısıyla seyreden hastalıklar anlaşılır 

Enterobacteriaceae familyasında yer alan insan ve hayvanlar için patojenik olan mikroorganizmalardan salmonella'lar doğada çok yaygındır. Ülkemizde de sık olarak görülür. Salmonella’lar sporsuz,  kapsülsüz, gram negatif çomakçıklardır. S.pullorum ve gallinarum hariç hareketlidirler. Genelde laktoz negatiftir. İlk olarak 1888'de August Gartner tarafından tanımlanmıştır.  Dana ve sığırlarda salmonelloza en çok S.typhimurium,  S.dublin,  S.enteritis ve S.anatum neden olmaktadır. Yetişkin sığırlarda akut enfeksiyonda vücut ısısı yükselir. Süt verimi düşer ishal başlar. 24 saat içinde ishal dizanteriye dönüşür ve beden ısısı normalin altına düşer. Hayvanlarda halsizlik solunum güçlüğü ve bazende eklemlerde yangı görülebilir. Letalite %25-30'dur.

 KUDUZ
Genel Özellikleri

Kuduz, tüm sıcak kanlı hayvanların beyinlerinde yerleşen ve oradan sinirler yoluyla tükrük bezlerine gelerek salyadan yaraya bulaşan akut seyirli, daima ölümle son bulan bulaşıcı viral bir zoonozdur. Hastalık Köpek, kedi, sığır, koyun, keçi, at, eşek gibi evcil, tilki, kurt, çakal, fare, sincap, sansar, gelincik gibi yabani hayvanlarla insanlarda görülür. Yarasalar virusu taşımalarına rağmen kendileri hastalanmazlar, ısırdıkları hayvan ve insanlara hastalığı bulaştırırlar.

Etken oldukça dayanıklı bir virusdur. 0-4°C derecede birkaç gün, -70°C derecede birkaç yıl yaşar. Gliserin içerisinde oda derecesinde bile haftalarca canlı kalır. Liyofilize edilirse, yıllarca buz dolabında canlı kalır. Güneş ışını, ultraviole ışınları, hava, ısı, süblime, formalin, kuvvetli asit ve bazların hepsi (pH 3-11 arası) kuduz virusunu tahrip eder. Virus enfekte beyin dokusunda kokuşmaya dayanıklıdır. Tüm sıcak kanlı hayvanlar kuduz virüsü ile enfekte olabilirler, ancak hayvanlar kuduz virüsüne karşı aynı oranda hassas değildirler. Örneğin kurtlar, tilkiler, çakallar ve yarasalar en hassas grubu oluştururken, köpekler kuduz hassasiyeti bakımından orta hassas grupta yer alırlar. Ancak köpekler, dünyanın hala pek çok yöresinde özellikle gelişmekte olan ülkelerde kuduzun bulaşmasındaki en önemli aracılardır. İnsanlar dahil bütün sıcak kanlı hayvanlar kuduz virusuna hassasdırlar.

İnsanlarda kuduz
Hastalık, halsizlik, ateş, baş ağrısı, iştahsızlık, bulantı, boğaz ağrısı, aşırı halsizlik gibi özgün olmayan prodromal semptomlarla, diğer ensefalitler gibi başlayabilir. Hastanın ilk şikayetleri ısırılma bölgesinde ve o bölgenin iletimini sağlayan periferal sinir trasesinde gelişen hiperestezi, parestezi veya anestezi olabilir. Vakaların yaklaşık % 50- 80’inde bu semptomlar görülür. Enfeksiyonun ilerlemesi artan sinirlilik, aşırı hassasiyet ve ateşle beraber olur. Delirium, istemsiz kasılmalar ve generalize konvülziyonlar görülebilir. Letarjinin takip ettiği manik periodlar görülebilir. Kuduzun karakteristik bulgusu olan sudan çekinme (hidrofobi), yutma ve hatta suyu görmeyle gelişen ağız, yutak ve farinks kaslarının istemsiz kasılması nedeniyle gelişir. Bu ağrılı spazmlar çok hafif uyaranlarla da oluşabilir. Birkaç gün içerisinde hastanın genel durumu bozulur, nabız artar, solunum düzensizleşir ve ateş yükselmeye devam eder. Hastanın uyaranlara verdiği  cevap süresi gittikçe azalır ve kas  spazmı paraliziye yol açabilir. Sonrasında periferal kollaps, koma ve hızlı ölüm görülür. Hastalığın bütün seyri genellikle 5-6 gün sürer ve ölümle sonuçlanır.

Bulaşma kuduz bir hayvanın ısırması, tırmalaması veya salyasının yaraya bulaşması ile geçer. Virus, vücuda girdiği yerde bulunan sinirler yoluyla beyine gider, yerleşir ve orada çoğalır. Beyinde çoğalan virus tekrar sinirler yoluyla tükrük bezlerine gelir ve salyaya geçer. Virusun vücuda girmesi ile hastalığın ortaya çıkması arasındaki süreye Kuluçka dönemi denir. Bu dönem 3-4 gün ile 1 yıl ya da daha fazla sürede değişen bir zaman alabilir. Kuduzun kuluçka süresi çeşitli faktörlere bağlı olmak üzere değişiklik gösterir. Bu süre genellikle 1-3 aydır, fakat 10-240 gün arasında aşırı değişkenlik söz konusudur. 4 gün kadar kısa ve 19 yıl kadar uzun kuluçka süreli olgular bildirilmiştir. Olguların %99'u bir yıldan daha az kuluçka süresine sahiptir. Bununla beraber; 1-5 yıl veya daha uzun iyi tanımlanmış olgular gözlenmiştir.

 ŞAP

Genel Özellikleri

Şap ( Aphthae epizootica, foot ve mouth disease ) sığır, koyun, keçi, domuz ve vahşi ruminantların çok bulaşıcı bir enfeksiyonudur. Ağız mukozası, tırnaklar ve memede veziküllerin oluşmasıyla karakterize akut,  ateşli ve bulaşıcı viral  bir hastalıktır.  Etken filtreden geçen epiteliotrop bir virustur. Virusun antijenik yapıları birbirinden farklı olan 7 tipi mevcuttur. Bunlar A,C,O, Asya, Sat 1, Sat 2 ve Sat 3 olarak isimlendirilir. Etken oda sıcaklığında 6 ay canlı kalabilmektedir.  Şap virüsünün çevresel koşullara gösterdiği direnç farklı olup, virüsün 85°C’de bir dakika, 80°C’de 3 dakika ,  70-73°C'de 30 dakika içinde inaktive olur. Olgunlaşmış (pH değeri düşmüş) ette 48 saatte ölürler.

Hastalığın yayılışı
Hayvanlar arasında çok bulaşıcı olan hastalık, enfekte ya da kontamine hayvanlar, ürünler, nesneler ve insanlar aracılığı ile yayılır. Virüs ile kontanine materyaller, meralar, yemler, sular, rüzgar, enfekte çift tırnaklı hayvanlar,sinekler ve hayvan bakıcıları hatalığın bir bölgeden başka bir bölgeye yayılmasında önemli rol oynarlar. Panayır, pazar, göçler ve kurbanlık hayvan harekekleri, hastalıklı bölgeden hayvan ürünlerinin çıkartılması, taşıma araçları şap virüsünün bölgeden bölgeye, hatta bir ülkeden diğer ülkeye yayılmasına neden olurlar. Bu nedenle hastalığın denetiminde, karantina önlemleri, trasportun önlenmesi ile dezenfeksiyonun önemli yeri vardır.

İnsana bulaşması ve klinik bulgular
Şap zoonoz (hayvanlardan insanlara bulaşan) hastalıklar arasında yer almakla birlikte, insanlar hastalığa karşı fazla duyarlı değildir. Duyarlılık az olduğu için hastalık da oldukça seyrek görülür. İnsanlar, hasta hayvanların deri ya da ağız mukozası ile temas ve yeterince kaynatılmamış enfekte sütleri içerek, çiğ sütten üretilmiş ve olgunlaştırılmamış peynirleri ve yine yeterince pişirilmemiş, pH'sı düsmemiş etleri tüketerek enfekte olabilirler. Hastalık insandan insana geçmemektedir. Kuluçka süresi 2-6 gün olup; ateş, yorgunluk, halsizlik, kollarda ve bacaklarda ağrılar dikkati çeker. ağız mukozası kızarıktır. Ağızda, dudakta ve gırtlakdave dudaklarda vesikül benzeri ağrılı kesecikler oluşur. İlerlemiş olgularda vesikül benzeri ağrılı kesecikler oluşur.İlerlemiş olgularda bu oluşumlara, daha çok hayvan sahiplerinde, hayvanlara dokunanların ellerinde ve ayaklarında, genellikle de parmak uçlarında rastlanır. İnsanlarda prognoz iyidir. 5-10 gün içerisinde iyileşme görülür.

Hayvansal gıdalar ve şap
Şap virüsünün canlılığını korumasında en önemli etkenler arasında pH, sıcaklık ve yer almaktadır.Bu nedenle hayvanların pH'ları ve uygulanan ısı işlemi önemlidir.Kesimden sonra başlayan glikoz ve diğer biokimyasal olaylar ette pH değişimini farklı sınırlarda oluşturmaktadır. Kas glikojeni, anaerobik metabolizma ile laktik aside dönüşür. Oluşan laktik asit, dolaşım sisteminin işlevini yitirmesi nedeniyle, kan ie karaciğere taşınıp glikoz ve / veya glikojene dönüştürülemediği için kaslarda birikir. Anaerobik enerji metabolizması kas glikojeni tükeninceye kadar sürer. Etlerde 24 saat içerisinde ön soğutma sırasında virüsün bulunduğu, fakat 48 saat sonra virüse rastlanmadığı bildirilmiştir. Bunda post-mortem pH düşüşünün rölü büyüktür. Ancak, postmortem laktik asit miktarı, hayvanın fizyolojik dengesine ve buna bağlı olarak, kaslardaki glikojen miktarına bağlıdır. Yeterli kas glikojeni bulunan hayvanlarda kesim sonrasında pH düşüşü istenildiği gibi olur. Canlı hayvanda etin pH'sı yaklaşık 7.3 iken, kesin ile kanın akıtılması sonucu 7.0'a düşer. Normal koşullarda kesim sonrasında 7-8 saat içinde pH 5.3-5.6'ya kadar düşer. Kas glikojen düzeyi fizyolojik olabileceği gibi strese bağlı olarak da azalabilir. Kesimden önce dinlendirilmemiş hayvanlarda stres ta da gerilim nedeniyle kasların etkinlikleri arttığı ve artan enerji açığı kas glikojeni ile sağladığından kesim sonrasında pH düşüşü istenildiği gibi olmaz. Sonuçta DCB (dark cutting beef) ve DFD (dark film dry) olarak adlandırılan yüksek pH'lı düsük kaliteli etler üretilir. Bu tip etler pH'larının 6.3-7.0 arasında olması nedeniyle risk oluşturabilmektedir. Genelde teknolojisinin de uygun olması nedeniyle yüksek pH'lı etler salam ve sosis üeriminde değerlendirilirler. Bu ürünlere, üretim teknolojilerinin gereği olarak haşlama işleminin uygulanması etkenin inaktivasyonunu sağlar. Etken fermente sucuklarda ise 14 gün içerisinde canlılığını yitirir. Hayvan Sağlık Zabıtası Kanunu'nun 484/4. maddesi gereği, şap hastalığı baska bir hastalık ile komplike olmuş ise ya da kaşeksi (hayvanın besi durumunun kötü olması) ve kas bozuklukları varsa bütünüyle, yoksa yalnız hastalıklı kısımlar ve tırnaklar imha edilir. Dil ve başın sağlık kontrolu yapılıp kaynatıldıktan sonra gıda olarak tüketilmesine izin verilir. Bu nedenle ŞH'ye yakalanmış yada belirtileriyeni görülmeye başlayan besili hayvanlar veteriner hekimdenetiminde kesime sevk edilerek, iç organlar, baş, dil, tırnak ve deri imha edilerek, etleri 48 saat olgunlaştırılmaya bırakılır. Bu süre sonunda etin pH değeri ölçülerek, pH'ının düşüp düşmediği saptanır. Bu aşamada DCB ve DFD etler ayrılarak veteriner hekim denetimi ve izniyle tüketime sunulur. Kesim sonrası etler olgunlaşmadan hemen dondurulursa şap virüsü aylarca canlı kalabilir ve et çözüldüğünde etken enfeksiyon yeteneğini korur. Yine hasta ya da yorgun halde iken kesilen hayvanların kaslarında laktik asid oluşumu ya da pH değerinin düşmesi, oldukça yavaş oluştuğu için, şap virüsünün etin pH değerine bağlı olarak inaktivasyon süresi uzamaktadır.

Şap'da görülen yüksek ateş, virüsün memeye ve meme başına yerleşmesi nedeniyle süt vermesi çok azalır. Süt, süt proteini olan kazein sentezinin durması, serum proteinlerinin, özellikle immunglobulinlerinin miktarının artması nedeniyle sarımtrak renkte suludur. ŞH görülen ineklerden sağılan ve / veya aynı bölgeden gelen sütlerin çiğ olarak tüketilmemesi önerilmektedir.Sütte bulunan virüsün klasik pastörizasyon yöntemi (72 °C’de 20 sn.) ile yok edildiği bildirilmiştir. Kaldı ki Türkiye'de 85 derecede 1 dakikalık yöntem uygulanmaktadır. Bu nedenle virüsün pastörize ya da UHT (ultra high temperature) ile sterilize edilen sütlerde, pastörize sütten yapılmış beyaz peynirde, yoğurtta, telemesi haşlanan (en az 75 derecede) peynirler arasında yer alan kaşar peynirinde bulunması olası değildir. Ancak çiğ sütten üretilen, olgunlaştırılmadan satılan köy peynirlerinde, pH'ın yeterince düşmemiş olası nedeniyle, etken canlılığını koruyarak risk oluşturabilir. Bu nedenle yalnızca ŞH etkeni yönünden değil, çiğ sütten üretilmesi nedeniyle pek çok zoonoz etkeni ve patojen mikroorganizmayı içerebilen taze beyaz peynirlerin üç aylık olgunlaşma sürecini tamamlamadan tüketilmemesi ve pazarlarda satışının yasaklanması gerekmektedir.

OVINE SPONGIFORM ENCEPHALOPATHY (BSE) (DELİ DANA)
         Genel Özellikleri

Creutzfeldt-Jacob (CJD) hastalığının yeni versiyonu 1995 yılında ilk kurbanını aldığından beri deli dana hastalığı ile ilgili tartışmalar yeni bir boyut kazanmıştır.  İngiltere’de kırmız et tüketimi 1960’lı yıllar düzeyine düşmüş, İngiliz ekonomisinde kayıp 1 milyar paund’u aşmıştır. Özellikle hastalığa yol açan prion’un bulaşıcılığı konusunda  endişe verici gelişmeler söz konusudur.Deli dana hastalığı üzerinde çok konuşulan , ancak bilgilerin somutlaştırılmadığı bir konu olarak gündemimize girmiştir. BSE (BOVINE SPONGIFORM ENCEPHALOPATHY  Sığırların süngersi beyin hastalığı- Deli inek hastalığı) insan ve hayvanlarda görülen, bulaşıcı karakterdeki süngersi beyin hastalıkları-Transmissible Spongiform Encephalopathy (TSE)- grubunda yer alan bulaşıcı ve öldürücü bir hastalıktır.  Bulaşıcı süngerimsi beyin hastalığı olarak adlandırılabilecek hastalık birçok hayvan türü ve insanlarda değişik isimler altında birbirine benzer bulgularla seyretmektedir. Ne virus nede bakteri olan ve ingilizce Proteinaceous Infectious Particle kelimlerinden türeyen prion bulaşıcı bir protein parçacığı olarak tanımlanmaktadır.

BSE; Sığırlarda  davranış ve hareket sistem bozuklukları ile karakterizedir. ilerleyici sinir hücresi dejenerasyonu sonucu, sinir sisteminde mikroskobik olarak değerlendirilebilen sünger görünümüne yol açan öldürücü bir hastalıktır. Sığırlarda BSE 19883 yılında tanımlanmıştır.  Koyun ve keçilerde görülen benzeri hastalık "scrapie" , ise 1930'lu yıllarda rapor edilmiştir. Bununla beraber, hastalığın Avrupa'da koyunlarda klinik olarak 1700'lerde bile görüldüğü anlaşılmaktadır.  BSE yalnızca İngiltere'de görülüyor denebilir. 1994 yıllının başlangıcında İngiltere'de 120.000 sığır'ın BSE'ye yakalandığı bilinmektedir. Haftada yaklaşık olarak 750 vaka görülmüştür. Bu vakaların %92.5'u yalnız süt ineklerinde geri kalanı ise besi hayvanlarında görülmüştür. Giderek artış gösteren sığır hastalığı Ingiltere ve bazı Batı Avrupa ülkelerinde rastlanmakta olup, 1993 yılı ortalarına kadar İngiltere, İskoçya ve Galler bölgesinde yaklaşık 100.000 vaka tespit edilmiştir .  BSE'nin bulaşmasında en önemli faktörün sığır rasyonlarına katılan rendering ürünleri olduğu kabul edilmektedir. Hastalığın besi sığırlarına nazaran sütçü ırklarda daha sık görülme nedeni bu hayvanların et-kemik unu içeren  konsantre yemlerle beslenmesi olduğu ileri sürülmektedir . Bu nedenle Haziran 1988 yılınıda itibaren İngilterede  hayvan beslenmesinde et-kemik unu kullanımı yasaklanmıştır.  Alınan tedbirlere paralel olarak hastalık görülme sıklığında önemli azalmalar şekillenmiştir. İthal edilen hayvanlarda hastalığın çıkışından sonra Avrupa Birliği ülkelerinde 28/7/1989 tarihinden itibaren 10 aylıktan büyük (18/7/1988 tarihinden önce doğan) sığırların İngiltereden alımı yasaklanmıştır.Ayrıca sığırların sakatatlarının ortak pazar ülkelerine girişi de yasaklanmıştır. Böylece organların ilaç ve kozmetik sanayiinde kullanılması önlenmiştir .

BSE’ye ve diğer TSE’lere karşı koruycu amaçla bir aşı ve aynı zamanda hem koruyucu  ve hemde sağaltıcı gaye için bir hiperimmun serum henüz gliştirilememiştir. Hastalığı kontrol altına almak için bazı koruyucu  önlemler uygulamaya konulmuştur. Erken teşhisi, sağaltımı, aşısı, serumu  ve aynı zamanda geriye dönüşü  olmayan bu ölümcül hastalığın etrafa  bulaşmasını önlemek için çok ciddi tedbirler alınarak uygulamaya konulması gereklidir. Bu önlemler ve öneriler aşağıdaki gibi sıralanabilir;

Ø      Bir sürüde BSE  sürü hemen itlaf edilmelidir.

Ø      Çiftlik hayvanlarının besin zincirine  ruminant  ürünleri katılmamalı

Ø      BSE görülen ülkelerden  her türlü hayvansal  ürün ithali durdurulmamalı

Ø      Yurda kaçak canlı hayvan , et ve et ürünlerinin girişi kontrol edilmeli

Ø      Kesim öncesi sinirsel belirti gösteren hayvanlar BSE yönünden incelenmeli

Ø      Rendering tesislerinin güvenli bir şekilde 134-138°C’de çalıştırılmasına dikkat edilmeli

Ø      Sığır orjinli materyalden hazırlanan ilaç, kozmetik ürünlerinin risk taşıdıkları ihmal edilmemeli,

Ø      Ülkemizin et ihtiyacı ithalat yolu ile değil, gerileyen hayvancılığımıza destek verilmesi sonucu üretim artışı ile çözülmeli.

 

Q Humması
Genel Özellikleri

Endemik Q humması, genellikle birden başlayan ateş, titreme, halsizlik, baş ağrısı, iştahsızlık gibi özgül olmayan semptomlarla seyreden, riketsialardan, Coxiella burnetii’nin neden olduğu zoonotik bir hastalıktır. Doğal konakları, koyun, sığır, keçi, köpek, kedi ve kuşlar gibi insanlara yakın olan hayvanlardır. Mikroorganizma özellikle plasental dokularda yoğun olarak bulunur ve çoğalır. Enfekte hayvanlarda genellikle semptom ve bulgular gözlenmez, bir diğer ifade ile hastalık gelişmez ancak mikroorganizmayı yüksek oranlarda plasental dokularla ve ayrıca süt, idrar, gaita ve diğer vücut sıvıları ile birlikte atarlar. Enfekte hayvanların doğumu sırasında yakınında bulunmak endemik hastalık için bilinen en yüksek risk durumu olarak değerlendirilmektedir. Ayrıca tarım ve hayvancılıkla ilgilenenler, mezbaha çalışanları da artmış risk taşıyan gruplardır.

İlk defa Avusturya’da, Q hummasının etiyolojik ajanı olan Coxiella burnetii 1937 yılında tanımlanmıştır. Coxiella burnetii konağa bağlı faz varyasyonu geçiren tek mikroorganizmadır ve ısı, kurutulma ve kimyasal ajanlara karşı yüksek oranda dirençlidir. Aerosol olarak alındığında oldukça infeksiyöz olan Coxiella burnetii, tek bir mikroorganizma olarak inhale edildiğinde bile klinik hastalık gelişimine neden olabilir.  Sıklıkla 2-14 günlük inkübasyon süresini takiben (inkübasyon süresi 40 güne kadar uzayabilir) gelişen Q humması, 2 gün ile 2 hafta arasında klinik bulguları devam eden ve sonrasında, yavaş yavaş iyileşen, kendi kendine düzelen bir hastalıktır. Hastalık dünya çapında endemiktir ve tipik olarak sığır, keçi ve koyun yetiştirilen bölgelerde görülür. İnkübasyon periodunun süresi inhale edilen mikroorganizma sayısı  ile ilişkilidir, alınan mikroorganizma sayısı artıkça, inkübasyon süresi kısalırken, mikroorganizma sayısının az olduğu durumlarda inkübasyon süresi göreceli olarak uzun olmaktadır. Hastalığın tipik mevsimsel özelliği olmamakla birlikte, bazı yörelerde koyun ve keçilerin yavrulama döneminde artış olduğu da bildirilmektedir. Hastalık özgül olmayan ateş, başağrısı, yorgunluk ve miyaljinin ön planda olduğu semptomlarla ortaya çıkar. Genellikle göğüs muayenesinde patolojik bulgular tespit edilmezken, hastaların %50’sinde akciğer grafisinde anormal görünümün eşlik ettiği pnömoni gelişir. Pnömoni olan vakaların yaklaşık üçte birinde (%28) hastalığın ilerleyen dönemlerinde öksürük gelişir ve ral duyulabilir. Pnömoni gelişen vakaların dörtte birinde göğüs ağrısı vardır. Radyolojik bulgular sıklıkla viral veya mikoplazma enfeksiyonlarını düşündüren “patchy” infiltrasyonlar şeklindedir, ancak yuvarlak konsalide görünüm ve adenopatide tespit edilebilir.

Q humması vakalarının yaklaşık %33’ünde akut hepatit gelişir. Pulmoner semptom ve bulgular gelişmeden, hepatitli vakalarda ateş ve yüksek serum transamilazları tespit edilir. Nadir olmakla birlikte kronik hepatit, kültür negatif endokardit, aseptik menenjit, ensefalit ve osteomyelit görülebilecek komplikasyonlardır. Akut Q humması nadiren mortaliteye neden olurken komplikasyonları  yüksek mortalite ile seyredebilir. Endokardit geliştiğinde mortalite %30-60’tır. Endokardit tespit edilen vakalarda sıklıkla daha öncesinde kalp kapaklarının zedelenmesi söz konusudur.

 LİSTERİOZİS
Gıda maddelerinden kaynaklanan hastalıklar açısında listerialar üzerinde son yıllarda gittikçe artan bir önemle durulmaktadır. Listerialar insan ve hayvanlarda endokardit, menenjit, meningo-ensefalit, abortus, septisemi, konjuktivit, artirit ve hepatit gibi ciddi sağlık problemlerine yol açmaktadır. Transplasental yolla gebe anneden yavruya geçen listerialar yavrunun ölümüne, atılmasına veya listeriozisli doğmasına neden olmaktadır. Listeriozisli doğan bebeklerde sinir sisteminde meydana gelen harabiyete ilişkin olarak meningitis, ensefalit ve spastik paralizler gibi bulgular görülmektedir.

Listerialar, 3-45 oC arasında üreme yeteneğine sahip olduğundan dolayı gıda kaynaklı bakteriler içersinde buzdolabı ısısında (+4 oC) faaliyet gösterebilen nadir bakterilerdendir. Bu özelliği infeksiyon riskini arttırmaktadır. Zira gıda maddesi düşük sayıda bakteri ile bulaşık olsa dahi buzdolabında bekletme aşamasında hastalık yapma konsantrasyonuna erişmesi kaçınılmazdır.

Bulaşma
   Listerialar insanlardan ve birçok hayvan türünden (sığır, koyun, keçi, kedi, köpek, manda, domuz, at, tavuk, hindi, kaz, ördek, balık ve insektler) izole edilmiştir.

L. monocytogenes çevrede çok yaygın şekilde bulunan bir mikroorganizmadır. Bu yüzden insanlar ve hayvanlar birçok yoldan etkene maruz kalabilirler. Hastalığın bulaşma ve yayılmasında hasta hayvanlar ve portörlerin gaita, idrar, süt, burun ve göz akıntıları aborte fötus, uterus akıntıları, kontamine silaj ve insektler rol oynamaktadırlar. Etkenin insanlara bulaşmasında et ve et ürünleri, süt ve süt ürünleri, meyve, sebze, balık ve kabuklu deniz hayvanları olmak üzere tüm gıdalar sorumlu tutulmaktadır.

Gıdalarda  listerialar
Süt ürünlerinde listeriaların bulunuşu çiğ sütten ziyade ürünlerin kontaminasyonuna bağlıdır. Yapılan deneysel bir çalışma ile listeriaların çiğ sütte 748 gün canlı kalabileceği ortaya konulmuştur. 1983’de Massachusettes’de pastörize sütten 49 kişi hastalanmış, bunlardan 14’ü ölmüştür. Listeria monocytogenes’in bazı peynir türlerinde 3 oC’de 28 gün canlı kalabileceği gösterilmiştir.

Korunma Yolları
            Listeriozis bağışıklık sistemi zaafa uğramış (yaşlılır, yeni doğanlar, hamileler immünosupresif ilaç alanlar) kimselerde daha tehlikeli seyretmektedir. Bundan dolayı bu gibi insanları hastalıktan uzak tutmaya daha fazla özen gösterilmelidir.

Hayvanlarda; hastalar ve hastalıktan şüpheli olanlar ayrılır. Hayvanlara iyi kalitede silaj yemi alıştırarak verilir. İnfeksiyon çıkan yerlerde özenli bir dezenfeksiyon işlemi yapılır. Atıklar, plasenta ve altlıklar yakılır veya gömülür. Portörler ayıklanır ve hayvan giriş ve çıkışı kontrollü yapılır. Hastalık zoonoz olduğundan dolayı hayvan bakıcılarının, veteriner hekimlerin ve ilgili şahısların çok dikkatli olmaları gerekir.

 

Paraziter ZOONOZLAR

Hayvansal üretimin gelişmesinde etkili olan birçok faktörün yanı sıra, çeşitli paraziter hastalıkların kontrol altına alınmaması da hayvansal üretimi olumsuz yönde etkilemektedir. Türkiye’nin elverişli coğrafi konum ve iklim şartlarına sahip olması da parazitlerin gelişip çoğalmalarında etkili olmaktadır. Yapılan araştırmalar ülkemiz hayvanlarında paraziter hastalıkların yaygın olduğunu ve bazılarının da % 100’e varan yayılışa sahip olduğunu göstermektedir.

Beşeri hekimlik insan içinse Veteriner Hekimlik insanlık içindir.
Denilebilir ki insan hekimliği veteriner' in yanında okyanusa karşı iç deniz gibidir... 'İsmet İnönü - 1943'
Bilgi, paylaşıldıkça çoğalır.
Kör bir kurşun kalem dahi, keskin bir hafızadan daha iyidir.

https://vetrehberi.com


Çevrimdışı eXcaLibuN

  • Administrator
  • Fanatik Üye
  • *
    • İleti: 4732
    • Teşekkür: 1600
    • Cinsiyet:Bay
  • Veteriner Hekimlerin Dünyası
  • Sınıf: Mezun
  • Üniversite: Yüzüncü Yıl
I. Etlerle hayvanlardan insanlara geçen parazitler
SIĞIR SİSTİSERKOZU (CYSTİCERCUS BOVİS)
Etken
Erişkin şekli Taenia saginata larva şekli Cysticercus bovistir Olgun şekli insanda taeniose oluşturur. Bu taenia'nın 1000'den fazla halkası vardır. Sistiserkli sığır etinin çiğ veya az pişmiş,  kanlı olarak yiyenlerin ince bağırsaklarında görülür. 25 metreye kadar varabilen uzunlukta olabilirler. Ömürlerinin on yıldan uzundur. Larva şekilleri sığır sistiserkozunu yapar. 7, 5-9 mm. uzunluğunda 5.5 mm çapında bezelye büyüklüğünde beyaz bir kese olan bu sistiserkler dil çene ve kalp kaslarında daha çok görülmektedir.  İnsanların dışkıları ile etrafa yayılan T.saginatanın olgun halkaları ve yumurtaları sığırlar tarafından alındığında,  onkoser'leri serbest hale geçer. Bağırsağı geçerek kan yolu ile organlara yayılır. Sığırlarda C. bovis,   domuzlarda Cysticercus cellulosae içeren etlerde bir el ayası kadar kesitlerde canlı  veya ölmüş parazit sayısı bir adet ise şartlı olarak el konulur. Parazitli et kısımları temizlenir. Geri kalan vücudun  tamamı pişirilir veya 21 gün salamurada veyahut aynı sürede -6°C'de muhafaza edildikten sonra serbest bırakılır. El ayası kadar yapılan kesitlerde parazit sayısı birden fazla ise hayvanın bütün vücudu deri hariç organlarına da el konularak imha edilir.




Az sistiserkli etlerin değerlendirilmesi
Isıtarak; Bazı araştırmacılar sistiserkin 57°C'de 16-17 dakikada öldüklerini tespit etmişlerdir. Ancak sistiserkli etlerin ısıtılmak koşuluyla serbest bırakılmaları halinde uygulanan işleme göre,  merkezde ısı 80°C ve kalma süresi 10 dakikadır.

Soğutarak; Soğutmayla sistiserklerin ölme süreleri üzerinde literatürlerde verilen bilgiler çelişkilidir. Bununla beraber etin merkezinde  ısı -30°C'yi bulduğunda 24 saat içinde sistiserkler ölmektedir.

Salamurayla; Sisitiserkler tuza karşı da hassastır. Tuzun etkisiyle ölmeleri için etin merkezinde en az %2 oranında tuz bulunması gerekir. Saf tuz içerisinde 15 dakikada ölmektedir.

TRİŞİNELLOZ (TRİCHİNELLOSE)
Etken Trichinella spiralistir. Kasaplık hayvanlarda başlıca domuzlarda görülür. Olgunlar ince bağırsakta, larvaları çizgili kaslarda yaşar. Trişinli et yenildiği zaman kaslar içinde olan larvalar ince bağırsaklarda trişin kistlerinden çıkarak serbest hale gelir ve ince bağırsağın mukozasında 5 gün içinde olgunlaşır. Çiftleşmenin ardından dişiler ince bağırsak mukozasını delerek kan ve lenf yoluyla vücudun her tarafına yayılırlar. Kan yoluyla kaslara gelen genç trişinler kas liflerinin sarkolemine girerler. Trişinli et yenildikten 3 hafta sonra gelişmelerini tamamlayarak 0.7- 1 mm uzunluğuna erişirler. Parazit kistin içinde kıvrımlı bir durumdadır.

Trişinler bütün iskelet kaslarında homojen bir şekilde dağılmış olarak bulunmazlar. Bazı kas grupları,  diğerlerine nazaran ve devamlı olarak parazitleri içermektedir. Bu organlar diyafram, gırtlak ve dil kaslarıdır. Bunlardan alınan numunelerin mikroskobik (Trichinoskop ile) muayenesi yapılmalıdır. Trişinlerin 65°C'de öldükleri bildirilmektedir. Ancak pratikte etin merkezinde ısının 80°C'de 10 dakika etki etmesi istenmektedir. Trişinler -20°C'de 30 saat,  -30°C'de 40 dakika canlı kalabilmektedir.

Domuzlarda diyafram, gırtlak ve dil kaslarında altışar adet olarak alınan numunelerin mikroskobik incelemesinde 9 veya daha fazla trişin bulunduğu takdirde imha edilmesi gerekir.

II.İndirekt olarak insanlara geçen parazitler
ECHİNOCOCCUS GRANULOSUS
Halk arasında ‘’köpek hastalığı’’, ‘’kıl hastalığı’’, ‘’köpek kisti’’ veya ‘’su kesesi’’ gibi isimlerle bilinen hidatidoz dünyanın birçok bölgesinde olduğu gibi kontrolsüz hayvan kesimlerinin fazla olduğu ülkemizde oldukça yaygın olan ve üzerinde dikkatle durulması gereken önemli bir ekonomik ve halk sağlığı sorunudur. Hidatidoz erişkin şekli köpek, kurt, çakal gibi etçil hayvanların ince bağırsaklarında yaşayan Echinococcus granulosus isimli şeridin koyun, keçi, sığır başta olmak üzere  birçok memeli hayvan ve insanlarda gelişen larva şekilleri hidatik kist’lerin neden olduğu zoonoz bir hastalıktır. Bu şerit 2-6 mm uzunluğunda olup üç halkadan oluşur. Koparak dışarı atılan şeridin son halkası (gebe halka) içinde yaklaşık 400-800 adet yumurta bulunur. Enfekte köpeklerin dışkısı ile atılan bu halkaların dış etkenlerle parçalanması sonucu  yumurtalar çevreye yayılarak su ve gıda maddelerine bulaşırlar. İnsanlar ve hayvanlar gözle görülemeyecek kadar küçük olan bu parazit yumurtalarını bulaşık su ve gıda (sebze, meyve) maddeleriyle veya  yumurtalarla bulaşık ellerin yıkanmadan ağıza götürülmesiyle alarak enfekte olurlar. Alınan bu yumurtalar insan ve hayvanların ince bağırsaklarında enzimlerin etkisiyle parçalanır ve içerisindeki embriyo serbest kalır. Serbest kalan embriyo kan yoluyla karaciğer ve akciğer başta olmak üzere beyin, kalp, böbrek gibi  birçok organa giderek yerleşir ve bu organlarda hidatik kist’leri oluştururlar. Bu kistlerin boyutları fındıktan çocuk başı büyüklüğüne kadar değişebilir. Kistlerin içerisinde protoskoleks denen onbinlerce şerit başcığı bulunur. Eğer bu kistli organlar köpekler tarafından yenilirse çiğneme ve  sindirim esnasında kistler parçalanarak içindeki protoskoleks’ler açığa çıkar ve herbiri köpeğin ince bağırsağında erişkin şerit haline dönüşür.   

Enfekte insanlarda kistin bulunduğu organa bağlı olarak karın ağrısı, bulantı, kusma, sarılık, solunum güçlüğü, öksürük, baş ağrısı, işitme, görme, algılama ve koordinasyon bozukluğu gibi belirtiler görülebilir. Ayrıca bazen vurma, çarpma, düşme gibi durumlarda kistlerin patlaması sonucu   anaflaktik şok oluşabilir ve ölümlere neden olabilir. Çok büyük ekonomik kayıplara neden olan bu hastalığın hayvanlarda tedavisi mümkün değildir. İnsanlarda ise kistlerin ameliyatla çıkarılması veya ilaçla küçültülmesi mümkün olmakla beraber tedavi çok güç ve risklidir. Son verilere göre bu hastalığın ülkemizdeki insanlarda yaygınlığı 100.000 de 4’tür. Hidatidoz’un kesimlik hayvanlardaki yaygınlığı bölgelere göre değişmekle birlikte % 0.9 ile % 58.6 arasındadır . Erişkin şeridin köpeklerdeki yaygınlığı ise % 0.32-59.2 arasındadır.

Hidatidoz’un ekonomik zararları
Hidatidoz hastalar sonuçta da ülke ekonomisi üzerine oldukça önemli zararlar vermektedir.  İnsan vakalarında hastalığın teşhis ve tedavisi amacıyla çok yüksek harcamalar yapılmaktadır. Ayrıca hastalıktan dolayı ameliyat geçiren bireylerde tam iyileşme sağlanamamakta, bu kişiler sürekli nüks korkusuyla yaşamaktadır. Bu da bireylerin moral durumlarını bozmakta, yaşam kalitesini düşürmektedir. Bu insanların işgücü azalmakta ve çalıştıkları işlerde verimli olamamaktadır. Hidatidoz kasaplık evcil hayvanların verimlerinde kalite ve miktar olarak önemli derecede kayıplara neden olmaktadır. Enfekte hayvanların zayıflaması sonucu parasal değeri düşer. Ayrıca hasta hayvanlarda et, süt ve yapağı verimi düşer, kısırlık oranı artar ve gebelerde düşükler görülebilir, en önemlisi de kistli organların imha edilmesi sonucu çok büyük parasal kayıplar ve protein kayıpları  oluşur.

Hidatidozdan Korunma Yolları
Hayvanlarda tedavisi mümkün olmayan bu hastalığın insanlardaki tedavisi ise oldukça zor ve risklidir. Bu nedenle diğer birçok bulaşıcı hastalıkta olduğu gibi en uygun çözüm yolu insan ve hayvanların bu hastalıktan korunmasıdır. Bu hastalıkla mücadele için yapılması gerekenler şunlardır;

-          Kasaplık hayvanlar sadece mezbahalarda kesilmeli

-          Hayvan kesim yerleri mutlaka Veteriner Hekim kontrolünde olmalı

-          Kurban Bayramlarında basın yayın aracılığı ile hastalık hakkında halka bilgiler verilmeli

-          Mezbahalara köpeklerin girmesi engellenmeli

-          Kesilen hayvanların kistli organları hiçbir suretle köpeklere verilmemeli

-          Kesim sonrası kistli organlar mutlaka imha edilmelidir

Özellikle Kurban Bayramlarında Kurban kesen herkes kestikleri hayvanların iç organlarını kontrol etmeli, eğer içi sıvı dolu beyaz keseler var ise bunları imha ederek köpekler tarafından yenmesini engellemelidir.

Beşeri hekimlik insan içinse Veteriner Hekimlik insanlık içindir.
Denilebilir ki insan hekimliği veteriner' in yanında okyanusa karşı iç deniz gibidir... 'İsmet İnönü - 1943'
Bilgi, paylaşıldıkça çoğalır.
Kör bir kurşun kalem dahi, keskin bir hafızadan daha iyidir.

https://vetrehberi.com