GençVeteriner | Veteriner Hekimlik ve Evcil Hayvan Portalı
Veteriner Hekim ve Evcil Hayvan Platformu

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı kral44

  • Üye
  • *
    • İleti: 11
    • Teşekkür: 2
EPİDEMİYOLOJİNİN TANIMI, AMACI VE BÖLÜMLERİ

EPİDEMİYOLOJİNİN TANIMI

Epidemiyoloji, popülasyonlarda hastalıkların sıklığını, dağılımını ve hastalık oluşumunu etkileyen faktörleri inceleyen ve bu hastalıklara yönelik hedefleri ve yöntemleri belirleyen bir bilim daldır. Önceleri epidemiyoloji sadece insan hastalıkları ile ilgili konuları ifade etmek için kullanılmaktaydı; havyan hastalıkları ile ilgili konular ise epizootiyoloji terimi ile ifadede edilirdi. Ancak infeksiyöz hastalıkların yaklaşık %80’ni insanlar ve hayvanlar için ortak olduğundan modern yaşamda hayvan ve insanların birbirleri üzerinde birçok etkileri bulunduğundan bugün epidemiyoloji ve veteriner epidemiyoloji terimleri hayvan hastalıkları için yaygın olarak kullanılmaktadır. Zaten epidemiyoloji teriminin içindeki “demo”, insan değil popülasyonu ifade etmektedir.
Birçok bilim dalı hastalıklarla ilgilenmesine karşın, bunların tümü hastalıkları bireysel düzeyde ele alır. İşte hastalıkları ele alış açısına göre epidemiyolojinin diğer bilim dallarından farkı, popülasyon düzeyinde incelemesidir. Epidemiyoloji veteriner hekimlere ve hayvan sağlığı ile ilgili kişilere, hayvan hastalıklarını popülasyon düzeyinde düşünmeyi öğretir. Diğer hekimlik alanlarında hastalıklara yalnızca insancıl yönden yaklaşılmaktadır. Epidemiyoloji ise bunu, popülasyonun genelinde olayı çözümleme sorumluluğu içinde görür.

EPİDEMİYOLOJİNİN AMACI

   Epidemiyolojinin çalışma alanları veya amaçları üç ana bölüm altında incelenebilir.(1) Epidemiyoloji nedeni bilinmeyen hastalıkların kökeninin araştırılmasında bir teşhis amacı olarak kullanılabilir. (2) Popülasyondaki hastalıkların özelliklerinin belirlenmesinde kullanılabilir. (3) hastalık kontrol programlarının planlanması ve izlenmesinde kullanılabilir.
Teşhis aracı olarak epidemiyoloji
   Nedeni bilinmeyen hayvan hastalıklarının teşhisi; klinik belirtilere, laboratuar testlerine ve epidemiyolojik verilere dayandırılır. Bu üç disiplin hastalıklara değişik açılardan yaklaşarak birbirlerini tamamlar. Tüm hastalıkların teşhisinde bunların mutlaka bir arada kullanılması gerekmez. Hastalıklar bireysel düzeyde ele alınıyorsa, klinik ve laboratuar teşhisi genellikle yeterli olur. Ancak hastalık popülasyon düzeyinde inceleniyorsa, yani “bu salgın neden oluştu”, “hasta hayvanların sayısı neden arttı”, “neden sadece bu hayvanlar hastalandı”, “hastalık ne zaman ve nerede oluştu”, “hastalığın oluşmasında hangi faktörler rol oynadı”, “hastalık nasıl önlenebilir veya nasıl kontrol edilebilir” gibi ve benzeri soruların cevapları aranıyorsa, epidemiyolojinin mutlaka devreye girmesi gerekir. Modern hekimlik anlayışında, bireysel hastalıkların incelenmesinde bile zaten benzeri soruların sorulması gerekir. Yani klinik ve laboratuar yönlerine dayanarak “bu hastalık x hastalığıdır” demek ve tedavi uygulamak yeterli değildir. Modern hekimlik anlayışında hastalığa neden olan ve etkileyen faktörlerin ve kaynakların tek tek irdelenmesi, dolayısıyla daha sonraki olaylar için ipuçları elde edilmesi temel yaklaşımdır.
Zaten hastalıklar hakkında şimdiye kadar soru sorulmamış olsaydı hastalıkların hala sıcak, soğuk, nem ve kuruluktan ileri geldiğine inanıyor olurduk. ( Eski Yunan’da hastalık nedeni olarak vücudun sıcaklık, soğukluk, nem ve kuruluk dengesinin bozulması gösterilirdi). Ayrıca epidemiyolojik araştırma yöntemleri, nedeni bilinmeyen hastalıkların nedenlerinin belirlenmesinde de anahtar rol oynarlar. Böyle hastalıklarda, epidemiyoloji muhtemel hastalık nedenleri ve hastalığı etkileyen faktörler arasında ilişkiyi kurar.
   Teşhiste epidemiyoloji hastalıklara genişletici yaklaşım (holistik yaklaşım) ile, klinik ve laboratuar ise daraltıcı (redüksiyonistik yaklaşım) yönü ile eğilir. Diğer bir deyimle, epidemiyoloji ormandaki yapraklar ve ağaçlar kadar ormanın bütünüyle de ilgilenir.
   Teşhis için epidemiyolojinin kullandığı yöntemler de klinik ve laboratuar yöntemlerinden farklıdır. Epidemiyolojinin çalışma alanı olayın gerçekleştiği, ilişkili olduğu ve görülme olasılığındaki sahada başlar. Burada gözlenerek toplanan veriler daha sora işlenir.

Hastalığın Özelliklerinin Belirlenmesi

Bir hastalığın epidemiyolojik özelikleri dendiği zaman, hastalığın popülasyon düzeyindeki özellikleri ve çevreyle ilişkilerine bağlı özellikleri anlaşılır. Hastalık tek bir etkenden meydana gelse bile, hastalığın çıkışını, yayılışını ve popülasyondaki davranışını etkileyen birçok faktör vardır. Bir hastalığın bir popülasyondaki sıklığı, yayılışı, boyutları, etkilediği hayvanların özellikleri, hastalığın çıkışını etkileyen konakçı ve etken faktörlerinin belirlenmesi epidemiyolojinin araştırma konusudur. Hastalıkların bu özelliklerinin bilinmesi, daha sonra ortaya çıkacak salgınlarda nasıl bir gelişme görüleceğini ve nasıl davranılacağını göstermesi bakımından önem taşır.

Hastalıkların çoğu, birçok etkenin ortak çalışması sonucu ortaya çıkar. Bu faktörler bulundukları çevrede birbirleriyle ve çevre koşulları ile ilişki halindedir. Hastalık etkenlerinin birbirleriyle ve çevre ilişkisine bağlı özelliklerine, hastalığın “doğal hikâyesi” denir. Hastalığın doğal hikâyesini belirlemek için yapılan epidemiyolojik araştırmada, hastalıklara neden olan faktörler ve bunların birbirleriyle olan ilişkileri doğal ortamlarında incelenir. Hastalık üzerine etkili çevre faktörleri saptanır ve bunların hastalığa etkisi araştırılır.
Hastalıkların epidemiyolojik özelliklerini belirlemek için, hastalığın doğal ortamında uygun veriler toplanarak, kaydedilir ve bunlar üzerinde kantitatif değerlendirme yapılır. Hastalığın belirlenen özellikleri, diğer çalışmalar ile karşılaştırılır. Hastalığın epidemiyolojik özellikleri sunulurken, genellikle bunların güvenilirlikleri, geçerlilikleri ve limitleri de ifade edilir.

Kontrol Programlarının Planlanması ve İzlenmesi

Bir hayvan popülasyonundaki hastalıkları kontrol altına almak veya ortadan kaldırmak için, hastalığın boyutlarını, oluşumu ile ilgili faktörlerin, mücadele etmek için gerekli yöntemleri ve bunun maliyetini ve olası sonuçlarını bilmek gerekir. Hastalıklarının tüm bu yönüyle epidemiyoloji ilgilenir.
 Bu amaçla sahada hayvan popülasyonu ve hastalıkla ile ilgili bilgiler toplanır, değerlendirilir ve en uygun mücadele stratejisi seçilir. Mücadele süresince ve sonunda da aynı bilgiler toplanarak programın başarılı olup olmadığına kara verilir. Bu kontroller sırasında olaya yeni faktörler katılıp katılmadığı ve bunların mücadele programını etkileyip etkilemediği belirlenir.
Epidemiyolojinin hastalık mücadelesindeki rolünü gösteren en çarpıcı örnekler, henüz nedeni saptanamayan hastalıkların bile ortadan kaldırılabilmesidir. Böyle hastalıklarda, epidemiyolojik çalışmalarla toplanan verilerin değerlendirilmesi sonucu, hastalıklar kontrol altına alınabilir veya ortadan kaldırılabilir.

Hayvancılıkta hastalıkların en önemli yönü, ekonomiye verdiği zarardır. Bu nedenle hastalıktan ileri gelen kayıpların ekonomik analizlerinin yapılması gerekir. Gelişmekte olan ülkelerde, ancak böyle somut analizler politikacıların önüne konduğunda dikkat çekilebilir. Hastalık mücadele programlarının yürürlüğe sokulmasında diğer önemli bir nokta, maliyet-yarar hesabının yapılmasıdır. Yani, hastalığın neden olduğu ekonomik kayıt ile hastalık mücadele programının maliyetinin karşılaştırılması ve buna göre mücadeleye karar verilmesi gerekir. Tüm bu çalışmalar da epidemiyolojinin en önemli uğraş alanlarındandır.

EPİDEMİYOLOJİNİN BÖLÜMLERİ

Epidemiyoloji hastalıkları ele alma yönüne ve kullanılan yöntemlere göre dört ana bölüme ayrılabilir.

   Tanımlayıcı Epidemiyoloji

Tanımlayıcı (deskriptif) epidemiyoloji; sahada hastalığın ve hastalık nedenlerinin gözlenmesi anlamına gelir. Epidemiyolojik bir araştırmanın genellikle ilk adımıdır. Tanımlayıcı epidemiyoloji, hastalığın; dağılımı, boyutları, görülme zamanı, etkilenen türler ve popülasyonlar, hastalık sıklığı, yeni vakarlın görülmesi, olası etken, konakçı ve çevre faktörleri ve bulaşma yolları gibi yönlerini kapsar. Yapılan gözlemler bazen tamamen sübjektif olabilir fakat diğer bilimsel disiplinlerle yapılan gözlemlerde genellikle sonuçta bir hipotez ortaya çıkar. Tanımlayıcı epidemiyoloji sahada rasgele yapılan gözlem anlamına gelmez; aksine, planlı, sistematik, çok yönlü ve iyi takip edilen gözlemleri kapsar. Bu gözlemlerden kalitatif ve kantitatif veriler elde edilir.                                         
Deneysel Epidemiyoloji

Deneysel(eksperimental)epidemiyoloji:Seçilen veya oluşturulan gruplarda hastalığın gözlenmesi anlamına gelir. Deneysel epidemiyolojide genellikle bir hipotezin test edilmesi amaçlanmıştır.Bu tip epidemiyolojik yaklaşım,doğal hastalık vakalarının veya deneysel hastslık vakalarının gözlenmesinde kullanılabilir. Doğal hastalık vakalarının gözlenmesinde,devam etmekte olan hastalıkla ilgili hayvan populasyonlarından seçilen gruplarda gözlemler yapılır veya biten bir hastalıkla ilgili veriler gruplara ayrılarak incelenir.Bu gruplar mevcut hayvan populasyonunun yapısına ve populasyonu etkileyen faktörlere göre,araştırmacının belirlediği yönde seçilir.
Deneysel yolla oluşturulan hastalıklarda ise çeşitli değişkenleri kapsayan hayvan grupları oluşturulur ve gözlemler bu gruplarda yapılır.Deneysel epidemiyolojide populasyon içinde mutlaka kontrol grupları bulunur.
   Analitik Epidemiyoloji   
Tanımlayıcı ve deneysel epidemiyoloji gözlemlerinin kantitatif veriler haline çevrilip,matematiksel ve istatistiksel yöntemlerle değerlendirilmesini kapsayan epidemiyoloji dalı analitik epidemiyolojidir.Analitik epidemiyolojide genellikle hipotez  edilen ilişkilerin istatistiksel önemi belirlenir
   Teorik Epidemiyoloji
   Teorik epidemiyoloji,doğal hastalık oluşumu ve bununla ilgili faktörlerin matematiksel olarak değerlendirilip hastalık modeli oluşturulmasını kapsar.

   SAĞLIK VE HASTALIK
    
Canlı bir organizmanın yaşamı, çeşitli sistemlerin düzenli ve uyumlu çalışması sonucunda devam eder. Fizyolojik sınırlar içinde, organizmanın tüm sistemlerinin düzenli ve uyumlu durumda olmasına “sağlık” denir. Klinik açıdan sağlık kavramının kapsamı ise daha geniştir. Çünkü, organizmada ortaya çıkan bazı bozukluklar bireyin kendisi veya çevresindekiler tarafından fark edilmez(subklinik hastalık). Bu nedenle, klinik yönden sağlık kavramı: “organizmanın normal dışı belirtiler göztermemesi” şeklinde tanımlanır. “Hastalık” kavramı ise vücudun sağlık durumundan aytılması veya normal olmayan klinik belirtiler göstermesini ifade eder (klinik hastalık). Hastalık durumunun ortaya çıkması için en az bir etkenin organizmayı mutlaka etkilemesi gerekir.

HASTALIK ETKENLERİ
    
   DIŞ ETKENLER

Fiziksel etkenler (çeşitli ışınlar, ısı, elektrik vb.)
Kimyasal etkenler (kimyasal maddeler, gazlar, zehirler, beslenme vb.)
Mekanik etkenler (vurma, çarpma, tıkanma, boğulma, vb.)
Biyolojik etkenler
A.Arthropod
B.Helmint
C.Protozoon
D.Mantar ve Maya
E.Bakteri
F.Virüs
G.Prion

    






 İÇ ETKENLER

Hormanal
Metabolik
Genetik

     Hastalık etkenleri, yukarıdaki gibi maddeler halinde ayrı bölümlere ayrılabilirse de, aslında birbirleriyle iç içe geçmiş durumdadırlar. Hastalık durumu genellikle bu etkenlerin birden fazlasının bir arada çalışmasıyla ortaya çıkar. Örneğin: aynı sürüde, aynı güneş ışığına maruz kalan iki bireyden birinde 1. derece yanık oluşurken, diğerinde renk değişimi dışında bir reaksiyon gelişmeyebilir. Bu durum, derinin rengi ve pigmentasyonu, dolayısıyla da bireyin genetik yapısı ile ilgilidir. Veya: belirli bir bakteri ile aynı dozda infekte edilen iki koyundan birinde ölümcül bir hastalık oluştururken diğerinde klinik bir belirti dahi şekillenmeyebilir. Bu da, bireylerin doğal direnci, dolayısıyla doku uyuşum genlerinin özelliği ile ilgili bir durumdur.
     Hastalık oluşumuna yol açan hormonal veya metabolik iç faktörlerden söz edilmesine karşın, aslında bunlarda genetik özelliğin bir yansımasıdır. Eğer hiçbir dış etken olmaksızın, vücudun hormaonal veya metabolik olaylarında bir bozukluk varsa, bunun kökeninde yatan asıl unsur genetik faktördür.


HASTALIK POSTULATLARI
  
  Şüpheli bir hastalık etkeninin, gerçek hastalık olduğunun kanıtlanabilmesi için belirlenen kurallara “hastalık postulatları” denir. Bu kurallar ilk kez, mikroorganizma ve infeksiyon kavramlarının açıklanmaya başladığı 19. yy sonlarında Robert Koch tarafından ortaya atılmıştır. “Koch postulatları” olarak bilinen bu kurallar, daha çok infeksiyöz hastalıklara yöneliktir ve bir mikroorganizmanın, bir hastalığın etkeni olarak gösterilebilmesi için uyulması gereken kuralları açıklar.

KOCH POSTULATLARI
    
 Bir mikroorganizma;
      1 Bir hastalığın tüm vakalarında bulunursa;
      2 Diğer hastalıklarda rastlantısal olarak veya apatojenik olarak bulunmuyorsa;
      3 Bir hayvandan saf olarak izole edilir, aynı tür diğer hayvanlarda üretilir aynı hastalığı  oluşturur ve tekrar izole edilirse o hastalığın nedenidir.
      Bu kuralların tamamını yerine getiren bir mikroorganizmanın kesin hastalık etkeni olacağı açıktır. Ancak, bu etkenin o hastalığın tek etkeni olduğu veya bu kuralların sadece birine uymayan bir mikroorganizmanın hastalık etkeni olmadığı söylenemez. Çünkü, mikroorganizmaların hastalık oluşturabilmesi, konakçı ve çevre gibi diğer bazı koşulların etkisi altındadır. Gerçekten de, bugün hastalık etkeni olduğu kanıtlanmış fakat Koch postulatlarına uymayan birçok mikroorganizma vardır. Ayrıca, bu kurallar infeksiyöz olmayan hastalıkları kapsamamaktadır. Bu nedenle, Evans 1976’da modern epidemiyoloji mantığıyla, tüm hastalıkları populasyon düzeyinde ele alan yeni kurallar ortaya koymuştur.

EVANS POSTULATLARI

Şüpheli etkene maruz kalan bireylerdeki hastalık sıklığı, etkene maruz kalmamış bireylerdeki hastalık sıklığından sıklığından önemli ölçüde yüksek olmalıdır;
Diğer tüm risk faktörleri sabit kaldığında, hastalar, şüpheli etkene hasta olmayanlardan daha çok maruz kalmış olmalıdır;
Şüpheli etkene maruz kalanlarda görülen yeni hastalık vakalarının sıklığı, etkene maruz kalmayanlardaki yeni hastalık vakalarının sıklığından önemli ölçüde yüksek olmalıdır;
Şüpheli etkenle teması, inkubasyon periyodunu içine alan çan eğrisi şeklinde seyir takip etmelidir;
Şüpheli etkenle teması, biyolojik bir düzen içinde hafiften şiddetliye kadar değişen açılımda bir konakçı yanıtı izlemelidir.
Şüpheli etkenle temastan sonra, temastan önce var olamayan konakçı yanıtı(örn. antikor, kanser hücresi) saptanmalı; temastan önce varsa şiddeti artmalı: bu durum etkenle temas etmeyenlerde oluşmamalıdır.
Hastalık deneysel olarak etkene maruz bırakılan insan veya hayvanlarda, maruz bırakılmayanlara göre önemli ölçüde yüksek oranda görülmelidir; bu temas gönüllülerde gerçekleştirilebilir ve laboratuar koşullarında veya doğal ortamdaki kontrollü koşullarda izlenebilir;
 Şüpheli etkenin ortadan kaldırılması veya değiştirilmesi hastalık oluşum sıklığı azaltmalıdır;
Konakçı yanıtının değiştirilmesi, normalde şüpheli etkenle temasta oluşan hastalığın seyrini değiştirmelidir;
Kurulan tüm bağlantılar ve ilişkiler istatiksel ve epidemiyolojik bakımdan geçerli ve mantıklı olmalıdır.
    
     Evans postulatlarının önemli özellikleri, hastalık olayını populasyon düzeyinde ele alması ve hastalık-etken arasında kurulan ilişkide istatiksel önem şartını aramasıdır. Ancak, istatiksel açıdan önemli bulunması, bir etkenin mutlak bir hastalığın etkeni olduğunu göstermeyebilir. Evans postulatının son maddesinde bu durum göz önüne alınarak, kurulan ilişkinin mantıklı olması şartı getirilmiştir.

HASTALIK BELİRLEYİCİLERİ
    
Hastalıkların büyük bir çoğunluğunda, hastalığa neden olan faktörler birden fazladır. Hastalık mutlak bir etkenden kaynaklansa bile, seyrini ve geleceğini etkileyen faktörler vardır. Bir hastalığın oluşumunu ve populasyondaki sıklığını etkileyen her faktöre veya değişkene “belirleyici”(determinant) denir. Hastalık oluşumunu etkileyen belirleyicileri tanımlayan kavramlar vardır.
     Primer belirleyiciler, hastalık oluşumu için gerekli olan ve varlıkları hastalık üzerinde çok önemli etkiler yapan faktörlerdir. Primer belirleyici olmadığında o hastalık olmaz. Örneğin: sığır vebası virusuna maruz kalmak, sığır vebası için primer bir belirleyicidir.
     Sekonder belirleyiciler, hastalık oluşumu için mutlak gerekli olmayan, ancak varlıkları hazırlayıcı ve kuvvetlendirici etki gösteren faktörlerdir.
 Örneğin: köpeklerde böbrek taşı oluşumunda üriner sistem infeksiyonu sekonder bir belirleyicidir. İnfeksiyon, taş oluşumunu hazırlayıcı bir rol oynar, ancak taş oluşumu için mutlak gerekli değildir.
     Bazı determinantlar vücudun kendi yapısı ve özellikleri ile ilgilidir. Bunlara iç kaynaklı (intrinsik, endojen) determinantlar denir (örn; bazı hastalıklara genetik yatkınlık gibi) determinantlar denir.
     Konakçı-etken-çevre belirleyicileri, hastalık oluşumunu etkileyen en önemli faktörlerdir. İnfeksiyoz ve paraziter hastalıkların tümünde mutlaka primer bir etken bulunur. Ancak, bu hastalıkların doğadaki seyirleri incelendiğinde, aynı mikroorganizmaya eşit koşullarda maruz kalmalarına karşın sürüdeki bazı hayvanların hastalandığı, bazılarının ise etkilenmediği görülebilir. Veya, bir hastalık coğrafi bir bölgedeki hayvanlarda çok sık saptanırken, komşu bir bölgede çok seyrek bulunabilir. Bu olayların kökenine inildiğinde, etkenin yanısıra konakçıya ve çevreye ait faktörlerinde hastalık oluşumunu etkiledikleri ortaya çıkar. Bu nedenle, hastalık determinantları genellikle: konakçı, etken ve çevre determinantları olarak sınıflandırılırlar. Bu belirleyiciler birbirleriyle ilişki içindedirler ve bunların ilişkisi “konakçı-etken-çevre üçgeni” olarakta bilinir. (Şekil 2)

KONAKÇI BELİRLEYİCİLERİ
    
Bir hastalığın oluşabilmesi için mutlaka duyarlı bir konakçının bulunması gerektiği açıktır. Konakçı ile ilgili bazı faktörler, hayvanı işte bu duyarlı konuma getiren determinanttır. Konakçı determinantlarının tümü aynı zamanda iç kaynaklı determinantlar kapsamına girer. Konakçı determinantlarının başlıcaları: tür, ırk, yaş, cinsiyet, genetik ve bağışıklıktır.
    
Tür
    
 Bazı infeksiyon etkenleri sadece belirli bir hayvan türünde hastalık oluşturabilir. Örneğin, at vebası virusu sadece tek tırnaklılarda sığır vebası virusu sadece sığır grubu hayvanlarda hastalık oluşturabilir. Veya, campylobacter fetus subsp veneralis tarafından oluşturulan veneral kampilobakteriozis sadece sığırlarda görülen bir hastalıktır. Mutlak direnç temelde konakçının ve etkenin genetik yapısından kaynaklanan bir durumdur. Bazı durumlarda ise, tür düzeyinde mutlak direnci sağlayan faktör konakçının fizyolojik bir özelliği olabilir. Örneğin: anthrax (şarbon) hastalığı doğal koşullarda bir çok hayvan türünde görülmesine karşın tavuklarda bu hastalık oluşmaz. Ancak tavukların vücut ısıları 42°’den 37° ye düşürüldüğünde bu hayvanlarda infeksiyona duyarlı hale gelir.
     İnfeksiyöz etkenlerin çoğunluğu, birden fazla hayvan türünde hastalık oluşturabilir. Ancak hastalığın şekli ve şiddeti türler arasında farklılık gösterebilir. Örneğin: campylobacter fetus subsp fetus koyunlarda enzootik abortuslara, sığırlarda ise sporadik abortuslara neden olur.
       
 Irk

 Direkt olarak ırka bağlı yapısal özellikler bazı hastalıklar ile ilişkilidirler. Örneğin; iri cüsseli köpek ırklarında eklem displazileri ve osteosarkom, küçük cüsselilere göre daha sık görülür.
Irk özelliği, bazı hastalıklarda, özellikle hastalığın sıklığında ve şiddetinde belirleyici bir rol oynar. Örneğin; Bos taurus ırkı sığırlar, kene ve kene kökenli hastalıklara, Bos indicus ırkı sığırlardan daha duyarlıdır. Cezayir koyunları, Brucella melitensis infeksiyonuna diğer koyun ırklarından daha dirençlidirler. Irk özelliği ile ilgili olan hastalık duyarlılığı genellikle endojen bir belirleyiciden kaynaklanır. Örneğin; Hereford sığırlarında göz kanserinin daha yüksek oranda görülmesinin endojen nedenlerinden birisi, göz kapaklarında koruyucu pigmentlerin bulunmayışıdır. Bazı hastalıklarda ise, ırkın belirleyici bir rolü olmasına karşın, bunun endojen nedeni saptanamamıştır. Örneğin; hindilerin sarkık kursak sendromu ırk ile ilişkilidir ancak endojen nedeni belli değildir.
     Tür ve ırk düzeyindeki hastalık duyarlılığı özellikle hayvan nakillerinde ve ithalinde önemli sorunlar doğurabilir. Belirli bir hastalığa dirençli hayvanların bulunduğu bir bölgeye o hastalığa duyarlı yeni bir tür veya ırk sokulursa; veya dirençli bir tür veya ırk duyarlı hayvanların bulunduğu bir bölgeye sokulursa hastalık riski kaçınılmaz olur. Örneğin; Güney Afrika’da mavidil hastalığı ilk kez, bu ülkeye Merinos koyunları sokulduktan sonra görülmüştür. Daha sonra, bölgedeki yabani tırnaklıların etkeni taşıdıkları fakat hastalığa dirençli  oldukları anlaşılmıştır. Yurdumuza ithal edilen yabancı sığır ve koyun ırklarında infeksiyöz hastalıkların daha sık görülmesi bu fenomen ile açıklanabilir.
        Yaş
  Yaş grupları arasında, hastalıklara duyarlılık bakımından farklılıklar vardır ve buna yol açan faktörler çeşitlidir. Genç hayvanlarda infeksiyöz hastalıklar genellikle yaşlara göre daha yüksek oranda görülür. Bunun nedeni, bağışıklık sisteminin gelişmişlik düzeyi ve daha önceki temaslarından dolayı yaşlı hayvanlarda bağışıklığın şekillenmiş olmasıdır(örn: köpeklerde distemper hastalığı, tavuklarda infeksiyöz bronşitis hastalığı). Buna karşın yaşlılarda kanser gibi hastalıkların görülme sıklığı gençlere göre daha yüksektir. Bu durum yaşlanmadan ileri gelen dejenerasyona bağlanmaktadır. Ayrıca çoğu riketsiya infeksiyonları, gençlerde yaşlılara göre daha hafif seyreder.
     Bundan başka, belirli bir infeksiyöz etken farklı yaşlardaki hayvanlarda farklı hastalık tabloları oluşturabilir. Örneğin histophilus ovis genç koyunlarda septisemik özellikte bir hastalık oluştururken, erişkin koçlarda epididimitise neden olur. Pasteurella haemolytica, kuzularda genellikle pneumonik, erişkin koyunlarda septisemik infeksiyon ile seyreder.
     Evcil hayvanların yaşam süreleri genellikle kısa olduğundan, yaş faktörünü değerlendirirken, hayvanın insana göre relatif yaşını göz önünde tutmakta yarar vardır. Bir yaşındaki bir köpeğin yaşı 15 yaşındaki insana, 10 yaşındaki köpeğin yaşı ise 56 yaşındaki bir insana eşdeğerdir. Ayrıca, bazı hayvan grupları, genetik ve çevresel faktörlerin etkisiyle diğer gruplara kıyasla fizyolojik açıdan daha hızlı yaşlanırlar.
       
Cinsiyet

   Hastalıkların oluşumunda cinsiyetler arasında görülen farklılık, anatomik, hormonal, genetik ve hayvanın kullanım alanı gibi faktörlere bağlı olabilir.
     Özellikle üreme sistemi ile ilgili hastalıklarda erkek ve dişi arasında anatomik yapıdan kaynaklanan bir farklılık olacağı açıktır. Örneğin; metritis ve mastitis sadece dişilerde, epididitimis sadece erkeklerde görülür.
     Cinsiyet hormonları hatalıkları hazırlayıcı rol oynayabilir. Örneğin; dişi köpeklerde diabetes mellitus (genellikle östrustan sonra ortaya çıkar) görülme sıklığı erkeklerden daha yüksektir.
     Hastalık sıklığını etkileyen genellikle ilgili cinsiyet farklılıkları, cinsiyetle ilişkili, cinsiyetle sınırlı ve cinsiyetle artan şeklinde ayrılabilir. Cinsiyetle ilişkili genetik hastalık: hastalıktan sorumlu DNA, X veya Y kromozomları üzerinde bulunduğunda sçz konusu olur. Örneğin; köpeklerin hemofili A ve B hastalıkları X kromozomu ile ilişkilidir ve erkeklerde görülür. Cinsiyetle sınırlı hastalık durumu, hastalıktan sorumlu DNA’nın seks kromozomları üzerinde bulunmadığı, ancak hastalığın sadece bir cinsiyette görüldüğü olayları kapsar. Örneğin; köpeklerde kriptorşdizm sadece erkeklerde rastlanan bir hastalıktır. Cinsiyetle artan hastalık durumunda ise, bir özelliğin bir cinsiyette daha arka planda kalması diğer cinsiyette bunun çeşitli ön plana çıkmasına neden olur. Örneğin; köpeklerin açık ductus arteriozusu çeşitli genlerin etkisindedir ve dişilerde erkeklere oranlar daha sık görülür.
     Hayvanların cinsiyetlerine göre farklı işlerde kullanılması, bir hastalığın bir cinsiyette daha fazla görülmesine neden olabilir. Örneğin; kontral teheartworm hastalığı erkek köpeklerde, dişilere göre daha yüksek oranda bulunur. Bunun nedeni, erkek köpeklerin avda daha fazla kullanılması ve infeksiyonu taşıyan sivrisineklere daha fazla maruz kalmasıdır. Ayrıca, insanların hayvan cinsiyetlerine ekonomik yaklaşımı cinsiyetler arası risk farklılıklarına neden olabilir. Örneğin; yeni doğan erkek buzağıların ölüm oranı dişilere göre daha yüksektir. Bunun nedenlerinden birisi, dişi buzağıların bakımına daha fazla özen gösterilmesidir.
     Epidemiyolojik açıdan cinsiyetler arası farkı incelerken populasyondaki cinsiyet dağılımını da göz önüne almak gerekir. Çoğu hayvan populasyonlarında erkek ve dişi dağılımı eşit değildir.
        
Genetik

 Tür, ırk, yaşlanma ve cinsiyet gibi tüm konakçı belirleyicilerinin temelde bireyin genetik yapısından kaynaklanan faktörler olduğu düşünülebilir. Hatta, hayvana yaptırılan iş (bir dış belirleyici) bile, hayvanın genetik yapısından kaynaklanan fiziksel özelliklerine dayanan bir belirleyicidir. Ancak, hastalığın genetik belirleyicisi dendiğinde bizzat genler ve DNA ile ilişkili hastalıklar ele alınmaktadır.  
     Bir populasyondaki bireyler arasında, belirli bir hastalığa duyarlılık veya hastalık riski bakımından farklılıklar vardır. Bu özelliği sağlayan endojen faktörlerden birisi, hayvanın belirli genlerinin özelliği, dolayısıyla genetik yapısıdır. Antijenlere karşı immun yanıt oluşturma gücü doku uyuşum kompleksi (MHC) ndeki immun yanıt genleri tarafından belirlenir.
Farklı bireylerde, bu genlerin farklı olması oluşan immun yanıtın gücünü dolayısıyla hastalığa duyarlılığı etkiler. Örneğin; B21 MHC antijenleri taşıyan tavuklar marek hastalığına, B2 antijeni taşıyanlar lenfoid leukozise daha dirençlidir. B1 antijeni yönünden homozigot olanlar ise marek hastalığına ve bakteriyel infeksiyonlara daha duyarlıdırlar.
     Ayrıca, çoğunluğu otoimmun karakterde olan bazı hastalıklarda, MHC tipi ile hastalık arasında bir ilişki vardır. Bu MHC tipini taşıyan bireylerin hastalığa yakalanma riski, o MHC tipini taşımayan bireylere göre daha yüksektir.
Örneğin; HLA-B27 antijenlerine sahip insanların “ankilozan spondolit” hastalığına yakalanma riskleri, bu antijeni taşımayan bireylere göre 90 kat daha fazladır.
     Bundan başka doğum anında yavruda gentik kökenli morfolojik ve biyokimyasal eksiklikler görülebilir. Ancak bunların tümü herediter özellikte değildir. Birçok ekzojen faktör (x ışını, kimyasal maddeler, viruslar, mineral noksanlıkları) gebe hayvanı etkilediğinde fötusta kongenital noksanlıklara ve malformasyonlara neden olabilir. Buna neden olan etkenlere terotojen denir.
        
Bağışıklık
    
 Bireylerde infeksiyöz hastalıkların oluşumunu etkileyen en önemli belirleyicilerden birisi de bağışıklıktır. Bağışıklıktaq vücudun diğer tüm özellikleri gibi genetik düzeyde belirlenir, dolayısıyla immun yanıt oluşturma gücü bireyler arasında farklılık gösterebilir. Tür ve ırkların belirli infeksiyonlara duyarlı olmaması, bağışıklıktan çok doğal direnç ile açıklanabilir. Bağışıklık kavramı içine doğal bağışıklık ve sonradan kazanılmış bağışıklık olayları girer. Doğal bağışıklıkta nötrofil ve makrofaj gibi hücresel bağışıklık, komplement, lizozim ve3 interferon gibi sıvısal bağışıklık elemanları spesifik olmayan bir mekanizma ile çalışırlar. Kazanılmış bağışıklıkta ise aktif veya pasif olarak kazanılan antikorlar, t ve b lenfositleri ve diğer efektör hücreler spesifik olarak görev alırlar.
 Sürü bağışıklığı:

 Populasyonların bağışıklık düzeylerinde de farklılıklar olabilir. Bir populasyonda ki dirence sürü bağışıklığı denir ve populasyonda ki dirençli hayvanların düzeyini ifade etmek için kullanılır. Doğal sürü bağışıklığında populasyon, etken ile daha önce karşılaşmamış veya etkene karşı aşılanmamış olmasına rağmen infeksiyona karşı dirençlidir. Bunun nedeni tam olarak açıklanamamıştır. Ancak seleksiyon ile ilgisi olduğu düşünülmektedir.
     Kazanılmış sürü bağışıklığı, populasyonun etken ile ilk karşılaşmasından veya aşılanmasından sonra koruyucu antikorların gelişmesiyle oluşur. Sürü bağışıklığının etkili olabilmesi için populasyondaki tüm bireylerin koruyucu bağışıklık elemanları taşıması gerekmez. Eğer populasyonda ki dirençli hayvanların oranı yüksekse, infeksiyon etkeni sürüye girdiğinde tüm duyarlı hayvanların hastalanma riski çok azdır. Direkt temasla geçen infeksiyonların çoğunda, sürünün %70-80’inin dirençli olması genellikle mükemmel bir sürü bağışıklığı sağlar. Sürüye dışarından veya doğum yoluyla yeni duyarlı hayvanlar katıldığında sürü bağışıklığı azalır ve epidemiler patlak verir. Örneğin; koyun sürülerinde Campylobacter kökenli atıklar, veya köpeklerde distemper hastalığı 2-3 yılda bir epidemiler halinde ortaya çıkar. Bunun nedeni, sürü bağışıklığına sahip bir populasyona yeni yavruların katılması ve bağışık hayvan oranının düşmesidir.
    
  




ETKEN BELİRLEYİCİLERİ

İnfeksiyöz etkenlerin hayvanları infekte etme ve hastalık oluşturma yetenekleri arasında farklılıklar vardır.bu durum ceşitli terimlerle ifade edilir.

İnfektivite bir mikroorganizmanın konakcıda yerleşme yeteneğinin bir ölçüsüdür.Bu terim kalitatif olarak kullanıldığında düşük orta ve yüksek infektivite şeklinde ifade edilir.Bir konakcıyı infekte edebilen mikroorganizma miktarını kantitatif olarak belirtmek için ise infektif doz terimi kullanılır.Bunun için de genellikle minimal infektif doz50 (MID50) ölçüsü temel alınır.MID50 kontrollü cevre koşullarında belirli hayvan populasyonunun %50 sini infekte etmek için gerekli en az mikroorganizma sayısını gösterir.

Patojenite bir mikroorganizmanin hastalık oluşturma yeteneğini kalitatif olarak ifade eden bir terimdir.Patojenitenin ölçüsü yoktur ve bir mikroorganizma ya patojen yada apatojendir.Ancak cevre koşullarının mikroorganizmanın ceşitli özelliklerini etkilemesi sonuncunda patojenite değişebilir.

Virulans bir mikroorganizmanın belirli bir konakcıda hastalık oluşturma gücünün ve şiddetinin ölçüsüdür.Konakçıda oluşturduğu hastalığın şiddetine ve sonuçuna göre mikroorganizmalar cok virulent veya az virulent olarak ayrılabilirler.Virulens daha cok bir laboratuvar terimidir ve kantitatif olarak belirtilmesinde genellikle minimal letal doz50 ölçüsü kullanılır.MLD50 kontrollü cevre koşullarında infekte edilen belirli hayvan populasyonunun %50 sini öldürmek için gerekli en az mikroorganizma sayısını gösterir.Ceşitli sistemlerde özel hastalık belirtileri oluşturan mikroorganizmaların virulensleri değişik şekillerde ifade edilebilir.
      

Bir mikroorganizmanın konakçıda hastalık oluşturmasını etkileyen cok sayıda faktör vardır.Bunların bir kısmı mikroorganizmanın yapısal özellikleri ile diğerleri ise yaşam şekli  ve cevre koşulları ile ilgilidir.

VUCUDA GİRİŞ YOLU

Mikroorganizmaların vucuda giriş yolları infektivite ve patojenite üzerine etkli olabilir.Bazı patojenik etkenler hangi yoldan vucuda girerse girsin hastalık oluşturabilme yeteneğine sahiptirler.Bazı mikroorganizmalar ise sadece uygun yoldan vucuda girdiklerinde hastalık oluşturabilirler.Mikroorganizmanın ceşitli özelliklerinin belirli sistemlerde yaşamaya uygun olmaması veya giriş yollarında doğal savunma faktörlerinin bulunması bunda etkili unsurlardır.Örneğin campylobacter fetus subsp veneralis inek vucuduna sadece ürogenital sistemden girdiğinde hastalık oluşturabilir.Pasteurella haemolytica ağız yolundan girdiğinde hastalık oluşturmazken solunum yolundan girdiğinde pneumoniye neden olur.




VUCUDA GİRİŞ DOZU

 Mikroorganizmaların konakçıyı infekte edebilmesi ve hastalık oluşturabilmesi için vucuda belirli bir sayıda girmesi gerekir.Yüksek virulensli patojen bir mikroorganizma bile vucuda yeterli sayıda girmezse hastalık oluşturmayabilir.Ayrıca vucuda giriş dozu ile giriş yolu arasında da bir ilişki vardır.Dolaşım sistemine cok düşük bir dozda girdiğinde hastalık oluşturabilen bir etkenin sindirim sisteminden girdiğinde hastalık oluşturabilmesi için cok yüksek dozda etkene gereksinim olabilir.Bunda çeşitli sistemlerin savuma özelliklerininin farklı olması ve etkenin buralarda yaşıyabilme yeteneği rol oynar.

ETKENLERARASI ETKİLEŞİM

Özellikle mukoz membranlar bircok komensal mikroorganizmayı florasında bulunnduran yerlerdir.Dolayısıyla mukoz memebranlara ulaşan patojenik bir mikroorganizmanın buraya yerleşmesi ve coğalması için yerleşik flora ile yarış icine girmesi gerekir.Patojenik mikroorganizma bir taraftan daha cok gıda kapmak için yerleşik flora ile yarışır diğer taraftan floradaki mikroorganizmaların salgıladıkları antimikrobiyal maddeler ve metabolizma artıklarının etkisine maruz kalır.Böyle etkileşimler bakteriyel interferens terimi ile de tanımlanabilir.Bu olay özellikle sindirim ve genital sistem ve üst solunum yolları infeksiyonlarının oluşmasında rol oynayan en önemli unsurlardan birisidir.Doğal koşullarda normal hayvanların barsaklarında etkili olmayan bircok organizma mikropsuz hayvanlarda kolaylıkla hastalık oluşturabilir.Ayrıca yerleşik floranın dengesi  bozulursa floradaki etkenler de patojenik özellik kazanabilir.Örneğin uzun süre antibiyotik kullanımı florada bulunan candida türlerinin eriterit ve genital sistem hastalıkları olşturmasına yol acabilir.Bazı hastalıklarda bu durum tersi de söz konusu olabilir ve hastalığın oluşabilmesi için birden cok etkenin birlikte calışması gerekir.Buna ortak infeksiyon denir.Örneğin koyun pneumonilerrinde hastalık tablosu genellikle pasteurella haemolytica parainfluenza-3 virusu ve mikroplazmaların ortak faaliyetleri sonucu ortaya cıkar.
         
   
Kolonizasyon
Çoğu infeksiyon etkenin hastalık oluşturabilmesinin ön şartı vücudun belli bir bölgesinde, özellile mukoz membranlarda, yerleşip çoğalmasıdır. Bu olaya kolonizasyon denir. Bazı mikroorganizmaların kolonizasyonunda flagella onemli bir role sahiptir. örneğin normalde hayvanların bağırsağını kolonize edebilen Campylobakter jejuni  veya Salmonela enteritidis in flagellasız suşları bu yeteneklerini kaybeder.   






Adhezyon

Bazı mikroorganizmaların hastalık oluşturabilmesi için konakçı hücrelerine özellikle mukozadaki epitel hücrelerine bağlanması gerekir. Mikroorganizmalar bunu adhezin adı verilen kompenetler sayesinde gerçeklerştirirler.adhezin olarak nitelenen elemanların bir kısmı sıvı fazda blunur. (örneğin kampilobacterlede).
 Bazı bakterilerde ise pilus adı verilen organeller bu görevi görürler. Bu organellere sahip olmayan veya kaybeden suşlar epitel hücrelerine bağlanamazlar ve hastalık oluşturmazlar.

İnvazyon
Özellikle sistemik enfeksiyon  oluşturan etkenler mukoz membranlardaki hücrelerden veya hücreler arasında vucuda girer ve dolaşım vasıtasıyla vucutta yayılırlar. Bu olaya invazyon denir. Bazı etkenler de sistemik hastalıklara oluşturmasalar bile vucuda girdikten sonra ilgi duydukları organa yerleşmeden önce dolaşımda bir dönem geçirirler. Bir etkenin invazif karakterde olabilmesi için; dokuları geçmesini sağlayan enzimler sahip olabilmesi, dolaşımda ve dokulardaki bağışıklık elemanlarının dirençli olması gerekir.
Bakterilerin dokuları parçalayarak geçmesini sağlayan enzimlerden:
Hyalurunidaz bağ dokuyu eritir,
   Lesitinaz hücre memranını,etitir,
   Kollejenaz kollegeni parçalar,
   Fibrinolizin fibrini eritir,
   Hemolizin eritrositleri paçalar,
   Proteazlar proteinleri ayrıştırırlar ve
   Lipazlar lipitleri ayrıştırırlar.
      
Bakterilerin invazyon yeteneğine sahip olabilmeleri için fagositoza dirençli olması gerekir. Organizmalara antifagositik özelligi kazandıran unsurlardan biri kapsüldür. Kapsül , bakterileri fagositozdan korur ve kapsüllü bakterilerin çogu invazif karekterdedir. (Örneğin ; Bacillus anthracis Pasteurella  multucida , Campylobacter fetus subsp fetus ) .Staphylococların sentezlediği koagulaz, fibrin tabakasının bakteri üzerine birikimini sağlayarak fagositoza direnç kazandırır.
   
Toksijenite
Bazı  mikroorganizmalar vucuttaki patolojik etkilerini toksinler vasıtasıyla gösterirler. Bakteri toksinleri ikiye ayrılır;endotoksin ve ekzotoksin.
Endotoksinler bakterilerin morfolojik yapısının bir parçası olan ve bakteri dışına salgılanmayan maddelerdir. Bunlar ancak bakteri parçalandığında açıga çıkarlar ve toksin etkilerini gösterirler . Gram (-) bakteriler çoğunda  endotoksin özelliğinde maddeler vardır. (örneğin ; E.coli) endotoksinlerin toksijenitesi yüksek değildir ve etkilerini indirekt yolla gösterirler .Ekzotoksinler bakterinin ürediği ortama salınan genellikle protein yapısındaki kuvvetli toksinlerdir. Ekzotosinler gram pozitif ve gram negarif bakteriler tarafından salgılanırlar ve bu etkilerin oluşturdukları infeksiyonun patogenezisini direkt olarak etkilerler. Ekzotoksinler belli doku ve hücrelere spesifik etki gösterirler . (Örneğin: Clostiridium tetani toksini, Bardetella pertusis in pertusis toksini , Corinebacterium diphteria nın difteri toksini )

FENOTİPİK VE GENOTİPİK DEĞİŞİKLİKLER

Belli koşullarda mikroorganizmaların fenotipik özelliklerinde değişiklikler olabilir. Buda etkenin virulensini dolayısıyla hastalık  oluşumunu etkileyebilir. Fenotipik değişiklikler geçicidir ve sonraki nesillerde kaybolurlar. Örneğin Bacillus anthracis 42 derecede kapsül oluşturma yeteneğinin kaybeder. Tavukların Newcastle hastalığı virusu uzağı böbrek hücrelerinde üretildiğinde virulensi azalır. Bazı bakteriler invitro otamda çevre koşullarına dayanıklılığı sağlayan spor oluştururlar. Spor formu zor çevre koşullarında yıllarca yaşayabilir ve uygun konakçı bulduğunda vejitatatif forma geçerek hastalık oluşturabilirler. Örneğin Bacillus anthracis in spor formları mera koşullarında 40 yıl canlılığını sürdürebilir.
         
Mutasyon, rekombinasyon konjugasyon,transdüksüyon ve transformasyon gibi olaylar infeksiyoz etmenlerde genotipik değişikliklere neden olabilir. Genotipik değişiklik virulens ile ilgili bier karakterde olursa ,etkenin hastalık oluşturma yeteneğide etkilenir. Doğal koşullarda mikroorganizmalar genotipik değişiklikler geçirebilirler.  Flagella, pilus kapsul ve enzim sentezini sağlayan genlerdeki mutasyonlar sonucu bu virulens faktörleri oluşmayabilir ve etkenin hastalık oluşturma özelliği kaybolabilir. Bu genlerdeki mutasyonlar ayrıca antijenik varyasyonlarda oluşturabilir . Bunun sonucunda, orijinal suşa karşı va olan bağışıklık,  yeni oluşan mutanta karşı etkili olmaz. Örneğin doğal koşullarda Camplobacter fetus subsp fetusun flagella genlerinde ouşan mutasyonlar antijenik varyasyonlara yol açar. Flagella antijenleri koruyucu bağışıklığın oluşmasında önemli bir role sahiptir. Bunun sonucunda koyunlar orijinal suşu karşı aşılı olsalar bile mutanta karşı duyarlı hale gelirler.
Virulens ile ilgili genetik madde aktarımı (konjugasyon, transdüksüyon, transformasyon) ile bu genlerden yoksun olan apatojeik suşlara geçmesi ,bu suşların hastalık oluşturma yeteneği kazanmasını sağlar. Bu olaylar, bakteri populasyonunun çok olduğu invivo ortamlarda gerçekleşir.

ÇEVRE BELİRLEYİCİLERİ
   
   Hastalık oluşumunu etkileyen faktörler arasında epidemiyoloji ile en ilgili olanı çevre belirleyicileridir. Çünkü çevre faktörlerinin hem konakçı hem hastalık etkeni ve hem de konakçı-etken ilişkileri üzerine etkisi vardır. Bu faktörler ayrıca hastalığın bulaşmasında ve taşınmasında rol oynayan aracıları da etkilerler.(çevre ile ilgili bilgilere ekoloji konusu inde yer verilmiştir). Çevre faktörleri fiziksel (aboiotik) ve biyolojik(biotik) olmak üzere iki ana başlık altında toplanabilir.







FİZİKSEL ÇEVRE

Hayvanların yaşadığı fiziksel çevre çeşitli doğal ve yapay değişkenleri içerir. Bunların en önemlileri iklim, yerleşim, toprak ve barınaklardır.
İklim  
  İklim koşulları hastalık oluşumunu etkileyen en önemli fiziksel unsurlardan biridir. İklim, başta konakçı olmak üzere hastalık etkeni ve biyolojik çevre belirleyicileri üzerinde etkili olur. Epidemiyolojik açıdan iklim kavramı iki yönden ele alınabilir;makroiklim ve mikroiklim
Makroiklim
     Makroiklim hayvanların doğada maruz kaldıkları genel iklim koşullarıdır bu iklim koşulları içine yağış, sıcaklık, nem, rüzgar, hava basıncı, oksijen konsantrasyonu ve solar radyasyon gibi meteorolojik olaylar girer. Bu iklim faktörleri birbirleriyle de ilişkilidirler.

   Çevre ısısı primer bir hastalık nedenidir. Örnegin; soğuk hava özellikle yeni doğan hayvanlarda hipotermiye sıcak hava dehidrasyona neden olabilir. Hava sıcaklığı, hastalık oluşumunu sekonder bir faktör olarakda etkileyebilir. Soğuk stresi sonucunda hayvanların çeşitli sistemlerdeki fonksiyon azalması, infeksiyöz etkenlere duyarlılığı artırır. Örneğin; soğuk hava hayvanların sindirim sitemini yavaşlatarak infeksiyöz enteritlere duyarlılıgı artırır. Tüm hayvanlar ıslak olarak doğarlar ev vücud yüzeyinin vücut kitlesine oranı yüksektir; bu da hava sıcaklığı ile daha çok temasla olmalarına yol açar ve ısı regülasyonunu güçleştirir.

   Rüzgar ve yagış hayvanların ısı kaybını artırır. Rüzgar ayrıca infeksiyöz etkenlerin(örn: şap virusu newcastle hastalığı virüsü vb.) ve artropod vektörlerinin(örn: mavidil hastalığı virusu taşıyan culicoides türleri) uzak bölgelere taşımasına neden olabilir. Epidemiyolojik açıdan, rüzgarın hızı ve yönü önemlidir. Önemli epidemilerin haritası incelendiğinde, hastalığın rüzgar yönünde yayıldığı dikkat çeker.

   Hava basıncı hayvanlar üzerinde stres yaratarak, fizyolojik ve psikolojik fonksiyonlarının bozulmasına neden olabilir. Alçak basınçlı iklim koşullarında hayvanların davranışlarında değişiklik izleyebilir.
 
    Solar radyasyon direk olarak hayvanların sağlığını etkileyebilir. Örneğin: sürekli güneş ışınlarına maruz kalan sığırların  moraxella lovis tarafından oluşturulan infeksiyöz keratokonjiktivite duyarlılığı artar.

    Makroiklim konakçının yanı sıra ;infeksiyöz etkeni ve vektörleri etkileyerek hastalık üzerinde sekonder bir rolde oynar. Örneğin; sığır rhinotracheitis virüs düşük nemli, rhinoviruslar yüksek nemli koşullarda daha dayanıklı olurlar. Domuz bulaşıcı gastroenterit virüsü solar urtraviole ışınlarına duyarlı olduğu için yazın pasiftir.
  Sporlu organizmalar nemli ve yağışlı koşullarda infektif özellik kazanırlar. Termofilik bakteriler(örn; campylobacter jejuni ) sıcak havalarda daha iyi üredikleri için bunlardan ileri gelen infeksiyonlar yaz mevsiminde daha sık görünür.

  Eğer; iklim koşullarının hastalık etkeni ve vektörleri üzerindeki etkileri biliniyorsa, hayvan populasyonlarının hastalık riskinin yüksek olduğu zaman ve yeri tahmin etmek ve gerekli kontrol önlemlerini almak olasıdır. Bu yaklaşım, helmint hastalıkları, kene kökenli hastalıklar, trippanosimiazis, şap hastalığı ve mineral noksanlıklarının kontrolünde başarıyla uygulanmaktadır…

İKLİM  KOŞULLARININ ÖLÇÜLMESİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ
          
 İklim koşulları belirli noktalarda ve yerden belli yükseklikte kurulmu standart Stevenson gözlem aygıtlarıyla saptanır.Buradan elde edilen veriler isopletler üzerinde birleştirilerek daha geniş coğrafik bölgeler anlamlı bilgiler elde edilir.              İklim  koşulları birbirileriyle ilişki içinde olduklarından, iklim değişkenlerinin ortak etkilerini belirlemek için çeşitli ölçütler geliştirilmiştir. Epidemiyolojik araştırmalarda kullanýlan iklim ile kavramlar bunlardır:
Soğuk- rüzgar endeksi:hava sıcaklığı ile rüzgar hızını ortak etkisini ifade etmek için kullanılan bir ölçüttür.soğukta vücuttan ısıkaybı çok fazla olduğu için özellikle sıfırın altındaki dercelerde önemlidir.
Isı-nem indeksi:hava sıcaklığı nem ile ortak etkisini ifade etmek için kullanılan bir ölçüttür.Nemin etkisi de rüzgarın etkisine benzer.
Etkili ısı endeksi:sıcaklık, nem ve rüzgar hızını ortak etkilerinin ifadesinde kullanılır.Bu üç faktörün canlı organizma üzerindeki etkisini belirten birime etkili ısı denir.Bu ölçüt kullanılarak, populasyonların iklimden kaynaklanan yıllık kümülatif sitres’i belirlenebilir.
Biyoklimatogramlar : ikilimin hastalık üzerindeki etkisini epidemiyolojik açıdan değerlendirmeye yarayan grafiklerdir. Bu grafikler bir bölge için ısı ve yağış miktarlarının ortalamasını genellikle bir yıl için aylık dilimler halinde gösterirler(şekil 5).Bu grafikler biyolojik verilerin  (serbest yaşayan patojenlerin ve vektörlerin minumum veya maksiumum yaşama koşulları gibi )değerlendirmesinde kullanılır.
        İKLİM  TİPLERİ
 
İklim tiplerini belirlemek için çeşitli sınıflamalar yapılmıştır. Bunlardan Koeppen’in iklim sınıflaması epidemiyolojik çalışmalar için en uygun olanıdır.Buna göre iklimler,tropikal -yağışlı ,kurak,ılık (nesotermal),soğuk (mikrotermal ve polariklim olmak üzere sınıflandırılırlar).
                                      
            MİKRO İKLİM
Mikroiklim verileri, daha küçük alanlarda ,örneğin bir otlağın zeminindeki bir kümesteki ve şehrin bir sokağındaki gerçek iklim koşullarını yansıtmayabilir.Örneğin toprak üzerindeki nem ve sıcaklık,atmosferik nem ve sıcaklıktan bir miktar farklı olabilir.Böyle küçük alanlardaki iklim koşullarına mikroikllim denir.Mikroiklim kavram bir otlaktaki 10 cm karelik  bir alan kadar küçük veya bir kümes kadar büyük bir alan için kullanılabilir.Toprak yüzeyin veya kümes gibi cansız bir ortamdaki mikroiklim yersel(terrestrial)olarak nitelenir.yersel mikroiklim koşýulları, infeksiyöz etkenlerin ,helmintlerin ve vektörlerin yaşam koşullarını etkiler.Bir hayvanın derisinin üstüde bir mikroiklim ortamıdır ve biyolojik mikroiklim olarak nitelenir.Mikroiklim konakçıya bağlı olarak değişebilir ve hastalığın epidemiyolojisinde önemli rol oynayabilir.Örneğin: bakteriyemi veya parezitemi dönemindeki bir hasta ateşlenir ve terler.
Ter sivrisinek gibi vektörlerin konakçının derisine çeker.Mikroiklim etkenlerin yaşam koşularını da etkiler.Örneğin: Kuzey Amerikada bulunan 11.600 yıllık bir mamutun artığının barasak içerisinden anaeorobik bakteriler izole edilmiştir.
Yukarda açıklanan nedenlerle , epidemiyolojik çalışma yaparken maklroiklim koşulları yanında mikroiklim koşuları da göz önünde  tutulmalıdır.

                                      
YERLEŞİM VE TOPRAK

Hayvanların taşadıkları bölgeler direk olarak makroiklim koşullarının etkisi altında oduğundan,farklı bölgelerde yaşayan hayvanların içinde bulunduğu koşullarda farklı olacaktır.Örneğin:şehirlerde yaşlayan köpeklerde solunum sistemi hastalıklarına, kırsal bölgelerde yaşayanlara göre daha sık rastlanır.
Jeolojik oluşumuna ve iklim koşullarına bağlı olarak çeşitli bölgelerdeki toprak oluşumları farklıdır.Toprak tipi iklim  ile birlikte olarak  bitki örtüsünü ve buda doğal olarak hayvan populasyonunun yapısınıv etkiler.Toprak tipi bir iklimdeki nem oranı ile de ilişkilidir.Geçirgenlik ve kimyasal içwerikle birliktebu faktör patojen etkenlerin toprak üzerindeki yaşam koşulları üzerine önemli rol oynar Örneğin: belirli kenelerve helmint vektörleri orta nemli topraklarda daha uzun süre yaşar.çok kuru ve nemli topraklarda kısa sürede ölürler.Kireç taşı ve dolomitten oluşmuş kaya yataklarının bulunduğu bölgeler .Leptospira pomona infeksiyonlarının coğrafi yerleşim alanlarıdır.Sürekli çamurlu ve ıslak alanlarda yaşayan koyunların tırnaklarında piyeten hastrallığı sık sık görülür.Burada toprağın yüksek nem oranı hem etkene  uygun üreme ortamı sağlamakta,hemde koyunların tırnak arasını yumuşatarak infeksiyona duyarlı hale getirmektedir.

BARINAK

Barınakların ana fonksiyonu hayvanı iklim koşullarından korumaktır.Barınağın tipine göre,ısı,hava dolaşımı,nem, ışık,zemin ve altlık kontrollü koşullarda tutulabilir.Bu faktörlerin her birisi hastalık oluşumunu direk ve dolaylı olarak etkiliyebilir.İyi havalandırma yeri aşırı kalabalık kümeslerde yüksek ısı termel şok sonu toplu ölümlere neden olabilir.Böyle ortamlarda hayvanların solunum sistemi infeksiyonlarına  (örn:mikoplazmosiz) yakalanma riski artar.Bir mikroiklim ortamı olan barınakta ,nem oranı cereyanın hayvanlar üzerindeki etkisi,makroiklim koşullarındaki nem , yağış ve rüzgarın etkisine benzer. Yüksek nem ayrıca,patojenik etkenlerin üremesine  uygun bir ortam yaratır.Barınak zeminin yapısı hayvanların ayak hastalıkları ile ilişkili olabilir.Altlığın niteliği çeşitli hastalıkların (örn:mastitis) ortaya çıkmasında rol oynaya bilir.B arınak aslında fiziksel bir çevre unsuru ise de ,barınaktaki koşulların niteliği insan tarafından belirlenir







BİYOLOJİK ÇEVRE

Flora
 
Bitkiler, direkt veya indirekt yolda hayvan hastalıklarının oluşumunda rol oynayabilirler. Doğadaki zehirli veya zararlı bitkiler direkt olarak hastalık etkenidir. Dolayısıyla  boyle bitki örtüsünü barındıran bölgelerde, ilişkili hastalıkların görülme riski yüksektir. Örneğin; Karadeniz bölgesinde bir tür eğrelti otu tüketen sığırlarda sidik kesesi tümörleri sık görülür. Belirli bitkilerle beslenme sonucu hayvanlarda eksiklik hastalıklarıda görülebilir. Örneğin; uzun süre arpa veya yulaf tüketen hayvanlarda hipomagnezemiye rastlanır. Zayıf meralarda otlayan etçi sığırlarda akut vitamin A eksikliği ortaya çıkabilir. Bir bölgenin florası üzerinde iklim ve toprağın, bitkinin kimyasal yapısı üzerinde toprağın önemli etkisi vardır.
   Bitkiler indirekt yolla da hastalık oluşumda rol alabilriler. Örneğin; Pithomyces chartarum adlı mantar ile kontamine otları yiyen koyunlarda fasiyal paraliz görülür. Koyunlar
Echinococcus granulosus ‘ un larval formlarının bulaşık bitkileri tüketerek alabilirler.
Fauna
   Hayvan türleri ve çoğu infeksiyöz hastalıklar yönünden her bir hayvan grubu kendi türünden veya başka tür hayvanlar tarafından infekte edilme riski ile karşı karşıyadır. Belirli infeksiyöz etkenler özellikle yabanı hayvanlar tarafından taşınırlar. Bir bölgede bu hayvanların bulunması, evcil duyarlı hayvanlar için önemli bir risktir. Bölge faunasının, hastalıların çıkışı ve yayılışı üzerindeki etkisi ekoloji bölümünde anlatılmıştır.
İnsan
   Biyolojik çevrenin bir unsuru olarak insan evcil hayvanların sağlığı üzerinde en etkili olan faktörelerden birisidir. İnsan faktörü, konakçı etken belirleyicilerini ve makroiklim dışındaki çevre ile ilgili tüm hastalık belirleyicilerini değiştirebilir.
   İnsan unsuru tarafından direkt olarak belirlenen faktörler, insanın kendisi yetiştirme, diyet, hayvanın kullanım alanı ve bakımdır. İnsan direkt olarak hayvanın infeksiyöz etkenlerle bulaştırabilir. Ayrıca insan tarafından üretilen kimyasal maddeler gazlar ve çevre kirliliği hayvan sağlığını direkt olarak etkiler. Hayvan barınaklarında veya yetiştirmelerindeki hayvan populasyonun sıklığı hastalıkların çıkışını ve yayışını kolaylaştırır. Hayvan barınaklarındaki tüm fiziksel koşullar ve bakım koşulları insan tarafından belirlenir. Örneğin; barınak zenginliğinin altlığı ve kullanılan aletlerin niteliği bazı hastalıkların çıkışında etkili olur. Altlıkları uzun süre değiştirilmeyen ve hijyenik olmayan makinelerle sağlayan ineklerde mastitis olayları daha sık görülür.
Stres
   Stres, çevreden gelen ve vücudun dengesini bozan uyarımlara karşı oluşan biyolojik reaksiyonların bir yansımasıdır. Stres yaratan faktörlere stresör denir. Örnek olarak, iklim değişiklikleri, travma, yapılan işin güçlüğü ve doğum verilebilir. Eğer strese karşı gelişen biyolojik reaksiyon uygun veya yeterli değilse patoloji lezyonlar ortaya çıkar. Selye adlı araştırıcının hipotezine göre; stres olayında, nedene bağlı olmaksızın genel bir reaksiyon görülür ancak reaksiyon, başka stresörlere spesifik reaksiyonlarla da komplike olabilir.
   Selye, stresin laboratuvar hayvanlar üzerindeki etkisi incelemiş ve bu hayvanlarda genel adaptasyon sendromu adı verilen bir sendrom saptamıştır. Bu sendromdaki reaksiyonlar üçe ayrılır; 1- genel alarm reaksiyonu 2- direnç veya adaptosyan fazı 3- reaksiyon fazı.
   Genel alarm reaksiyonu stres faktörü ile karşılaştıktan sonra 6-48 saat sonra başlar bu dönemde karaciğer, lenf odulleri, dalak ve timus ebatları küçülür, adipoz doku kaybolur, kas tonusu zayıflar, hipotermi gelişir, sindirim kanalında erozyonlar oluşur, lakrimasyon ve salivasyon artar. Direnç fazı yaklaşık 48 saat sonra başlar. Bu dönemde adrenal büyür, adrenotropik hormon sentezi artar, hipolidgranuller tekrar ortaya çıkar, tirotiropik hormon sentezi artarken tiroid hiperplaziye uğrar, gonotlar atrofiye olur süt salgısı kesilir. Diğer organlar, stres devam etsede normale döner. Reaksiyon fazı ölümle sonuçlanır. Stres olayı, adrenokortikotropik hormonların salınmasını sağlayan hormonları salan hipotalamus tarafından başlatılır. Adrenokortikotropik hormonlarda adrenal bez üzerine etki eder. Stres ve şok farklı olaylardır. Ancak, ikiside hipotalamus tarafından başlatıldığı için ayırt etmek güçtür.
   Stres, çeşitli hastalıların sekonder belirliyecisidir. Stresin devamı, protein kaybına, anormal organ fonksiyonlarının, immun sistemin ve yangısal reaksiyonların baskılanmasına neden olur. Uygun olmayan tüm çevre belirliyicilerinin bir stres nedenidir. Ayrıca, hayvan nakli, yetersiz besleme, aşılama, kastrasyon, boynuz, kuyruk ve kulak kesimi hayvanlarda strese neden olur. Örneğin; sığırların taşıması sırasında infeksiyöz kökenli taşıma hastalığı ortaya çıkabilir. Soğuk bölgede yaşıyan geyiklerde kış aylarında malignant kataral ateş ve yersiniozis insidensindeki artış, soğuk ve besleme yetersizliği gibi stresörlere uzun süüre maruz kalmalarından kaynaklanır.
   Stres, primer hastalık nedeni de olabilir. Örneğin; yakalanan yabanı hayvanlarda yakalanma sonra miyopati sendromu gelişir. Bu sendrom, ataksi, parazis veya paralizis, kahverengi üre, asimetrik kas ve miyokard lezyonları ile karekterzedir. Köpek, kedi, at ve domuzlarda görülen malignant (fulminent) hipertermi stresten kaynaklanan bir sendromdur. Bu hastlaığın nedeni, duyarlı hayvanlarının çevresel stres faktörlerinin tolere edememesidir.

HASTALIK DETERMİNANTLARI ARASINDAKİ İLİŞKİLER
   
Konakçı, etken ve çevreye bağlı hastalık determinantları etkenleri tek tek değil bir biriyle ilişki içinde gerçekleştirirler. Bu ilişkiler bir çok değişken faktörü içine alır ve çok kompleks yapıdadırlar. Örnek olarak sığır hipomagnezemisi ile ilgili faktörler Tablo -1 de gösterilmiştir.

Tablo -1 : Sığır hipomagnemizisinin oluşumunda rol oynayan faktörler.
Çevresel Faktörler
Kış besisinden yaz besisine geçiş
Azalan gıda tüketimi
Toprak tipi         otta düşük magnezyum
Otların hızlı büyümesi   otta yüksek potasyum
Azotlu gübreler      otta yüksek azot
Soğuk hava
Hayvan nakli
Konakçı Faktörleri
Östrus
Mizaç   (sinirsel yatkınlılk )
Yaş
Laktasyo dönemi

İNFEKSİYONLARIN BULAŞMASI VE YAYILMASI
   
   Bir infeksiyonun bulaşma ve yayılma yolları populasyondaki infeksiyonun durumunu belirlediği için epidemik açıdan oldukça önemlidir. İnfeksiyonlaın epidemiyolojisi hakkında yorum yapmak için ücut içindeki yayılma, vücuttan çıkış, bulaşma ve doğadaki yayılma yollarının bilinmesi gerekir.

MİKROORGANİZMALARIN VÜCUDA GİRİŞ YOLLARI

Miroorganizmalarını vücuda giriş yolları şunlardır.
1- Sindirim sistemi yoluyla
Mikroorganizmalrın vücuda giriş yollarından en önemlisi sindirim kanalıdır. İnfeksiyöz etkenler, kontamine yem ve sular ile vucuda girer. Bu yolla vücuda girn etkenler arasındasindirim sistemi patojenleri yanunda diğer sistemlerde hastalık oluşturanlar da vardır.

2-Solunum sistemi yoluyla
Hava çok sayıda mikroorganizma içerir ve bu etkenler ssoluk havası ile alınabilirler. Bu etkenlerin çogu üst solunum yollarında tutulur, daha küçük olanlar (viruslar,mikroplazmalar) akciğerlere kadar inerler. Solunum sistemine giren etkenler genellikle solunum sistemi enfeksiyonlarına neden olurlar.

3-Ürogenital sistem yoluyla
Mikroorganizmalar dişi genital kanalına çiftleşme, suni tohumlama yoluyla veya vulvadan direk temas ile girerler (asendens yol). Erkek genital kanalına üriner sistemin dışardan giriş çok ender görülür. Erkek ve dişi genital ve ürine sistemlerine dessendens yolla yaylılan etkenler vardır.

4- Deri yoluyla
   Sağlam deri çoğu etkenin vücuda girişine izin vermez, ancak yaralanma ve yanık gibi dri bütünlüğünün bozulduğu durumlarda deride bulunan vea çevreden bulaşan mikroorganizmalar bu yolla vücuda girebilirler. Bazı etkenler sağlam deriden de vücuda girebilirler. (örn; brucella , leptospira).

5- Göz ve kulak mukozası yoluyla
   Çoğu göz patojenlerin (örneğin : Moraxella bovis, Mycoplasma conjuktivae) ve bazı mukozal patojen viruslar (örn : sığır vebası virusu) göz mukozasından girebilirler. Kulak mukozası ile giriş yolunu daha çok fırsatçı patojeler kullanır.



6-Dolaşım sistemi yoluyla
   Normal koşullarda mikroorganizmalar dolaşım sistemine dirtekt olarak ulaşamazlar ancak derin yaralanmalar, operasyonlar enjeksiyon ve kan emici artopodların bulunduğu durumlarda kan dolaşımına direkt mikroorganzşima girişi olabilir.
7- Meme Yoluyla
   Çevrede ve meme başında bulunan mikroorganizmalar meme başı kanalından içeri girebilirler. Normal meme başı kanalı kapalıdır ancakl sağım ve sonraki bir saat için açık kalır ve etken girişine izin verirler.

MİKROORGANİZMALARIN VÜCUTTA YAYILMASI

1 – Hücreler arası yayılma
   Özellikle invazif karakterdeki mikroorganizmalar ve viruslar vücuda giriş noktalarında veya kolonize oldukları yerlerde hücreden hücreye yayılabilirler. Bu yayılma şekli deride, mukoz membranlarda ve iç organ hücrelerinde görülebilir. Örneğin Salmonella typhi bağırsak hücrelerinden bu şekilde yayılır. Deride bulunan stafilokok ve streptokokların uygun koşiulları bulduklarında hücreden hücreye yayılarak derinini derin katlarına ulaşırlar. Karaciğer lezyonlarındaki tüberkloz etkenleride bu şekilde yayılır.
2- Fagositik hücrelerde yayılma
   İnvazif bakterilerin çoğunluğu makrofajlar tarafından fagosite edilmelerine karşı, bu hücler içinde öldürülemezler. Dolayısıyla, bakteriyi fagosite eden hücre vücudun bir bölgesinden diğerine göç ettiği zaman bakteriyide oraya taşımışolur. Tüberküloz olaylarındaki metastaz olayı genellikle bu şekilde olur

3-Kan yolula yayılma
   İnvazif bakterilerin bir kısmı kanı sadece yayılma, bir kısmıda hem yayılma hem de ürme aracı olarak kullanırlar. Kanın yayılma aracı ıolarak kullanan bakteriler, vücuda girdikten sonra kana geçer, burada bakteri ymi dönemi geçirdikten sonra affinite duydukları organa yerleşirler. Örneğin Brucella abortus ve Camplobacter fetus, subso fetus vücuda girip kanda bakteriyemi dönemi geçirdikten sonra plasentaya yerleşirler. Tavuk kolerasının etkeni Pasteurella multocida ise kanın hem yayılma aracı olarak hem de üreme aracı olarak kullanırlar.
4- Len yoluyla yayılma
   Bazı mikroorganizmalar vücutta üredikten sonra llenf dolaşımı ile yayılır ve lenf yumrularına yerleşirler(örn: Francisella tularensis, Corynebakterium pseudotuberculosis ovis).
5- Sinir yoluyla yayılma
   Bazı infeksiyöz etkenler sinir yoluyla yayılırlar(örn: kuduz viusu periferik sinirden vücuda girer ve sinir boyunca beyine doğru ilerler).




MİKROORGANİZMALARIN VÜCUTTAN ÇIKIŞI

1- Deri yoluyla
   Deride infeksiyon oluşturan etkenler yine deri salgınları ile vücuttan çıkar ve çevreye yayılırlar, (örneğin :  çiçek virusu, marek hastalığı virusu, anthraks etkeni, ruam etkeni ve deri tüberkülozu etkeni )
2- Solunum sistemi yoluyla
   Solunum sistemine yerleşen etkenler, buradan burun akıntısı mukoid salgılar ve öksürük (damlacık infeksiyonu), vasıtası ile dıarı çıkarlar. Damlacık infeksiyonu kümes ve ahır gibi kapalı barınaklarda tutulan hayvanların solunum sistemi hastalıklarında önemli bir role sahiptir.
3- Sindirim sistemi yoluyla
   İnfekiyöz etkenler sindirim sisteminden iki yolla çıkarlar. Dışkı ve kusma. Sağlıklı hasta ve taşıyıcı hayvanların vücutlarından en çok sayıda mikroorganizmayı çıkaran dışkı çevreye sürekli bulaştırır. Dışkı infeksiyöz ve parazite etkenlerin yayılmasındaki en önemi faktördür ve hemn hemen tüm etkenler dışkı ile çıkarlar. Kusmada midede ki infeksiyöz etkenlerin vücut dışına çıkmasını sağlar. Örneğin insan ve carnivorlarda gastrit etkeni olan helikobacter felis bu yolla çevreye yayılır.
4- Ürogenital sistem yoluyla
   İdarar ile ancak spesifik hastalık etkenleri vücut dışına çıkar örneğin Corynebacterium renale, Leptospira türleri. İnfeksiyöz etkenler dişi genital kanalından vaginal akıntılar, amnion sıvısı ve atık fetus vasıtası ile çıkarlar. Örneğin gental enfeksiyonlara neden olan mycoplazma türleri, Haemophilus somnus, abortusa neden olan tüm mikroorganizmalar. İnfeksiyöz etkenler erkek genital kanalından sperm yoluyla çıkarlar.
5- Salgılar yoluyla
   Mastitis etkenleri ve bazı enfeksiyöz etkenler süt ile vücut dışına çıkarlar. (örn : mastitis etkeni olan stafilokok ve stretokok türleri veya Brucella abortus ve Brucella melitensis). Göz enfeksiyonu oluşturan infeksiyöz etkenler (örn : Moraxella bovis, Mycoplasma conjuktivae) veya sistemik infeksiyon etkenleri(örn : sığır vebası virusu). Göz yaşı ile de vücut dışına çıkarlar.

MİKROORGANİZMALARI BULAŞMA ŞEKİLLERİ

1-Vertikal bulaşma
   İnfeksiyöz etkenlerin bir generasyondan diğerine taşınmasına vertical buaşma denir. Diğer bir deyişle, vertical bulaşma  infeksyonların anadan embriyoya veya fötusa geçmesidir. Bu şekille bulaşan yavru iinfekte olarak doğar. Vertical bulaşma çeşitli şekillerde olabilir.
A-Herediter bulaşma
   Konakçı genomuna intekre olan RNA virusları herediter olarak bulaşabilirler. Bole etkenlerin DNA koyaları ana veya babanın genomuna intekre olur ve embriyoya taşınırlar (örneğin : retroviruslar)
B- Kongenital bulaşma
   Çiftleşmenin herhangi bir anından doğuma kadar geçen sürede oluşan bulaşmaya kongenital bulaşma denir. Bu bulaşma şekli memelilerde uterusta, kanatlılarda yumurtada gerçekleşir.
Kongenştal dolaşıma :  abortus, malfarmasyonlu yavru doğumu veya gizli infekte yavru doğumu ile sonuçlanabilir. Kongenital bulaşma germinal, plesental veya doğum anında olabilir.
C- Germinal Bulaşma
   Bu bulaşma şeklinde ovumun bizzat kendisinin veya yüzeyinin infeksiiyöz etkenle bulaşık olması söz konusudur. Germinal bulaşmaya kantlı hayvanlarda çok rastlanır. Kanatlı hastalılara neden olan infeksiyöz etkenlerin bir kısmı yumurtalıklara yerleşirler.(örn : Salmonella plorum, Salmonella gallinarum, Mycoplasma gallisepticum gibi bakteriler, Newcasle hastalığı, kanatlı ensefalomiyelit ve EDS-76 virusları). Boyle yumurtalardaki enfeksiyonlar embriyoların ölmesine veya yumurtadan zayıf ve hasta civciv çıkmasına neden olabilir. Yumurtadan çıkan civcivler ise taşıyıcı olurlar. Germinal bulaşma nadiren memeli hayvanlarda görülebilir.(örn : fare lenfositik koriomenenjit virusu ve lenfoit lökemi virusu). Ananın ovumu çevresinde bulunan infeksiyöz etkenler embriyoyuda bulaştırabilir. Örneğin ineklerin ovumun çevresinde bulunan Haemophilus somnus, döllenmeden sonra embriyoyu infekt eder ve genellikle erken embriyo ölümüne neden olur. Germinal bulaşmada, sperm ile uterusa etken taşınması da indirekt rol oynayabilir.
D- Plasental Bulaşma
   Anadaki infeksiyöz etkenlerin plesentadan geçerek yavruya bulaşmasına plasental bulaşma denir. Plasenta normal koşullarda çoğu mikroo
Linkback: http://www.gencveteriner.com/index.php?PHPSESSID=4645fed74ab7018aeff62944809b8be4&topic=410.0


lato95

  • Ziyaretçi
Teşekkürler kral44..

3. sınıflar için çok iyi bir kaynak olmuş :)

En az 2 soru var buran uşaklar..


Çevrimdışı eXcaLibuN

  • Administrator
  • Fanatik Üye
  • *
    • İleti: 4732
    • Teşekkür: 1600
    • Cinsiyet:Bay
  • Veteriner Hekimlerin Dünyası
  • Sınıf: Mezun
  • Üniversite: Yüzüncü Yıl
teşekkürler...
Beşeri hekimlik insan içinse Veteriner Hekimlik insanlık içindir.
Denilebilir ki insan hekimliği veteriner' in yanında okyanusa karşı iç deniz gibidir... 'İsmet İnönü - 1943'
Bilgi, paylaşıldıkça çoğalır.
Kör bir kurşun kalem dahi, keskin bir hafızadan daha iyidir.

https://vetrehberi.com


Çevrimdışı mmtcan

  • Üye
  • *
    • İleti: 1
    • Teşekkür: 0